Yazılar

Aydın GüçkıranBuradaki yazılar aklımda kalan bir cümleden bir isimden yola çıkılarak kurgulanmıştır. Gerçeği yansıtmaz.

ŞAHVELİ MAHALLESİ

23 Mayıs 2023

Burası bir mahalle ben doğduğumdan bu yana yani 1955 beri %80 eski halini korumuş.Ama yinede bize göre çok değişmiş Gaziantep’in bir mahallesi.

Kuzeyinde akyol, doğusunda kozanlı, güneyinde hoşgör, batısında hep kıskandığımız çocuklarıyla kavgalar ettiğimiz bahçeli evler.

Tembel tepe denilen bir tepenin güney yamacına kurulmuştur. Eskiden Ermenilerin mahallesiymiş. Tepedeki ilkokulun yeri mezarlıklarıymış. O eski mezarlar bizim oyun alanımızdı.

Birde bu mezarların yanında uzayıp giden yüksek duvarla çevrilmiş Amerikan hastanesi. Sonra anlatacağım burası da oyun alanımıza girerdi. Biraz korku dolu olarak tabiî ki.

1970 lere kadar evler hep eski hallerini korudu. Ermenilerden kalmış daha doğrusu savaştan sonra el konmuş ve halka dağıtılmış evlerdi. Çoğu iki katlı dışarıdan ve içeriden merdivenli, odalarından birbirine geçilebilen, kıymk veya havara taşından yapılmış hayat adı verilen geniş avluya bakan evler.

Bazılarının içinde kuyuları bulunurdu. Şehir su şebekesi yetersiz olduğundan. Mahallenin su ihtiyacını karşılarlardı.

Mahalle aslında iki bölüme ayrılmış gibiydi. Doğu tarafı ve batı tarafı olarak. Caminin bulunduğu batı tarafında Sünniler doğu tarafında aleviler otururdu. İki ayrı dünya gibiydiler. İki tarafı birbirine bağlayan bir sokak bile yoktu.

Bizim günlerimiz batı tarafında geçti.

Yalnız bir ayrıntı dahası bir ayrıcalıklı durum vardı. Batı yakada Sünni olan muhacir olan iki aile vardı. Tanık olduğum 20 yıl süresince kimsenin incitmediği, kimseyi incitmeyen iki Selanik muhaciri aile. Seliye teyzeyi, Mümtaz amcayı. Ramize teyzeyi Necmi ağabeyi, sevgiyle anıyorum.

Bu iki aile hariç mahallede her ailenin lakabı vardı. Şahsi lakaplarının dışında çocuktan çocuğa geçen aile lakapları.

Tabi lakap almak çocukluktan başlıyordu. Hıra doğan, köse Hüseyin, cıvo, çatal hasan, peynir memet, mal aziz, miskin, katır bahri, kel aydın, sarı metin, hallagış, keço halil, sıçan, artiz, milli ve dahası .

Aklımıza geleni söyledik bari devam edelim haydar doğan, yonis, Yusuf, Bülent, Ayhan, İsmet , Ethem, Oktay ve başkaları. Birde köylerden taşınanlarla bu arkadaşlarımız artardı genellikle Pazarcıktan gelirlerdi.

Çok hareketli bir mahalle değildi.

Çocuk kavgasından cinayet işlenmezdi

Kızlara laf atılmazdı

Kadınlar saç saça baş başa kavga etmezlerdi

Sokakların sessizliğini ya çocuklar ya Şam tatlıcılar ya da yarpuz, aş otu, yemlik, kuzukulağı satan Çingeneler bozardı. Birde muhacir razonun kocasının eve dönerken çaldığı ağız mızıkası.

Genelde büyük erkeklerin hepsi içerdi. Bazıları esrar bile alırdı.

Neyle geçinirlerdi derseniz çoğunun kaçakçılık ilişkileri vardı.

Unutmadan yazalım her mahallenin delisi olurda bizim olmazmı. Tam üç tane.

Deli Memik kapı komşumuzdu evliydi iyi bir eşi vardı ve akıllı çocukları.

Deli ferizan Zabıta memurunun oğluydu. Çocuklar çok kızdırırdı oda onları taşlardı. Bir defasında taş başıma denk geldi ve kafamı yardı. Babası özür dilemek için evimize geldi.

Deli şükrü. O da kafamı yaranlardan. Mahallemizdeki Akyol karakolu inşaa edilirken kendisini oraya bekçi tayin edilmiş zannediyordu. Bizi inşaata yaklaştırmamak için taş atardı. İnşaatta yatardı mahallelide onu beslerdi. Yemek götürüp verirlerdi.

Bir gün annem şükrü akşam yemek güzelmiydi diye sorduğunda açım ben yemedim mujik gelip gelip yedi deyince öğrendik ki muhacirlerin küçük kızı müjgan akşamları gidip şükrünün yemeğini yermiş. Çocukluk.

Hepimiz fakir ailelerdik. Ama hiç kimse aç yatmazdı. Herkes birbirine olduğunca bir tabakta olsa yemek gönderirdi. Kışın tandırımıza ateşi biraz söylenerekte olsa mahallenin mahallenin fırıncısı verirdi. Çok gerekmişse komşulardan bir kucak odun istenirdi.

Mesela benim unutulmadık bir anım vardır bu konuda. Babamın uzun İstanbul seyahatlerinden biri zamanında çok feci kar yağmıştı. Avludan kapıya tünel açmamızı gerektirecek kadar.

Hadi yemeği ev ekmeğiyle bulgurla idare ediyorduk. Ama evde odun yok. Donuyoruz

Durumu tahmin eden kısacıkların babası, yaşlı haline bakmamış o karda vurmuş sırtına bir çuval odunu bize getirmişti.

Bazen düşünürüm güzel günlerdi ama zor günlerdi.

Çocuklarla aileler bu günkü kadar çok ilgilenmezlerdi. Bütün günümüz sokaklarda geçerdi. Okul çıkışı önlüğü, çantayı eve atan elinde bir parça ekmekle kendini sokağa atardı kendini. Hele yaz mevsiminde gece yarılarına kadar sokaklar çocuk sesleriyle çınlardı.

Güzel oyunlarımız vardı. hörgülü, çelik çomak, yedi bardak, gak gak, uzuneşek, pendire basmaç, gülle, saklambaç, eşlenbeş.

Mahallede kimsenin bisikleti filan yoktu. Bisiklet kiralayan kör memet diye biri vardı. Parası olan binerdi.

Hepimiz birer kahramandık tabiî ki. Kimimiz herkül, kimimiz masist, veya samson. Elimizde bayrak olarak ucuna bir bez bağlı sopa komşu mahallelerden biriyle taşlaşmaya gideriz bazen.

Başımızda komutan cıvo ceplerimizde taşlar bazılarımızda süngel dediğimiz sapanlar.

Tembel tepede 1800 lü yıllarda Amerikalı misyonerler tarafından kurulan hasta hanenin görevlilerinin kaldığı bir arazi vardı. Etrafı yüksek duvarlarla çevrili ağaçlık sır dolu bir yapı.

Ağaçlardan sarkan keçiboynuzları bizim için tam bir cazibe merkezi. Duvarlar bizi durduramıyor. Tırmanıyoruz duvarın üzerinden etrafı kolluyoruz sonra en yakın ağaca koşup

Alabildiğimiz kadar keçiboynuzu alıyoruz. İşte asıl korku burada başlıyor. Çünkü Amerikalı bekçi elinde sopası bağır çağıra saldırıya geçmiştir.

Duvara koşan herkes ölüm ölüm bir ölüm deyip kendisini aşağı atardı.

Hiç yakalanmadık ama yakalandığımızda orası başka bir ülke ve bize işkence edecekler diye çok korkardık.

Bunları böyle anlattım ya. Doğrusu ben hiç keçi boynuzu çalamadım. Duvarın üzerinde kalakalırdım. Korkularımı hiç yenemedim.

Batımızdaki bahçeli evlerle maceramız ayrı. Burada kıskançlık devreye giriyor. Bizim mahallemizde hiç ağaç yokken onların bahçelerinde meyve ağaçları dolu. Evler lüks ve düzenli herkes pırıl pırıl. Bazılarının bisikletleri var. Balkonlarında sucuklar sallanır.

Nasıl kıskanmayalım.

Çocuk ordumuzla baskın yapardık kabadayıvari caddelerinde yürürdük. Çocukları evlerine kaçışırdı. Bizde en güzel meyvelere sahip götü kırmızının bahçesini talan ederdik. Bu adamcagız sanırım emekliydi hep evde olurdu. Bazan elinde bir av tüfeğiyle çıkar bizi kovalardı.

Tabi mahallenin sokakları aynı zamanda futbol sahamızdı. Küçük lastik toplarla başlayan bu oyunumuz bülentin meşin top almasıyla devam etti. Doğal olarak takım kurduk. Kırmızı şimşekler. Zerdalilikte oynamaya başladık. Fanilalarımızın göğsüne küçük kırmızı bezler dikip kendimize forma yaptık.

Kaptanımız Bülent çok güzel top oynardı sonraları profesyonel oldu.Hıra doğanıda unutmamak gerekir iyi çalım atardı.

Mahallemizin kadınları. Canlarım benim hiç birini annemden ayırmadığım kadınlar. Çilekeş,

Sabırlı, ezik, yardımsever. Haney, haneojey,razo,ülfet abla,sakine abla,seliye teyze,fato,çileli kirvemler,şehribanlar, zöhreler,haceyler.

Ev işleri bitince kocalar eve gelinceye kadar kapı önlerine küme küme toplanıp sohbet ederler.

Bazen tüm mahalle toplanır yazlık sinemaya giderler çoluk çocuk.

Hepsi toplanır imece usulü ekmek yapılır, kuruluk hazırlanır kışa kimse bu imeceden kaçmaz. Hatta Büyük kazanlar kurulur çamaşırda bile yardımlaşılırdı.

Hele bastık yapımında.

Benim hatırladığım bir hasan salman larda birde hanoje lerde yapılırdı. Anlatması bile güzel.

Mahsere kazanları kurulur, baglardan toplanan üzümler sallarda ezilir. Elde edilen üzüm suyu mahsere kazanına alınır. Kazanın altına ortutlar atılır. Şıra kıvama gelince iplere dizilmiş cevizler içine daldırılır. Kuruması için asılır. Bu işlem iki üç defa tekrar edilir. Bu arada mahalleye tabak tabak bastık dağıtılır. Sonra bastıklar serilir. Tarhanalar yapılır.

Geceleri dışarıda değilsek muhakkak bir komşu gelmiştir oturmaya. Erkekler genelde evde olmazlar, biz ablalarımızın yanına oturur radyodan arkası yarınları dinlerdik

Bu güzel şeyler şehirleşme ve göçler nedeniyle, tüketim toplumu olmanın gereğiyle kaybolup gitti. Yaşlılarımız öldü gençler ekonomik sorunların altında kaldı. Bu aralara yapılan binalarla eski ermeni evlerinden oluşan mahalle hayallerini kaybetti. Her taşınan giden mahalleliyle anılarını kaybetti

Sonra ortaokul derken lise biraz uzaklaştık mahallemizden. Ama arkadaşlıklarımız hala devam ediyor. Edecek.

Bir araya geldiğimizde çocuklaşıyoruz.

Bu mahalleyi çok seviyorum.

Aydın Güçkıran