Yazılar

Aydın GüçkıranBuradaki yazılar aklımda kalan bir cümleden bir isimden yola çıkılarak kurgulanmıştır. Gerçeği yansıtmaz.

Babam Reşit Güçkıran

Yumuşak bir halının üzerinde duran yalın bir kılıç.
8 Ağustos 2023

BABAM REŞİT GUÇKIRAN

resit guckiran

İnsanın babasıyla fotoğrafı olmaması çok kötü. Benim babamla fotoğrafım hiç yok. Onu hiç tanımadım. Aslında hatırlamıyorum demek daha doğru olur. Öldüğünde beş yaşındaymışım. Bazen hatırlıyormuşum gibi olurum. Sanırım fotoğraflarından ve onun hakkında dinlediklerimden kaynaklı bir yanılsama. Babam ölünce annem genç yaşında dört çocukla yaşam mücadelesinin içinde bulmuş kendini. Ağzından bir kez yakındığını duymadım. Bin bir türlü zorluklara göğüs germek zorunda kalmış. Bu arada da en büyük desteği babamın arkadaşlarından, en çok da partililerden görmüş. Daha sonraki dönemlerde bizinde şahit olacağımız bu destekler uzun bir süre devam etti. Babamın hayatı iki dönem de hatırlanıyor. Ve bize de büyüklerimiz hep bu şekilde anlattı. Birinci dönemi yaşadığı dönem ve mensubu olduğu kimlikten kaynaklı (Alevi ve Kürt) kabadayı olduğu dönem, ikincisi ise birinci dönemle tamamıyla zıt olan Türkiye İşçi Partili olduğu ve kendisini sosyalist mücadeleye adadığı dönem.Birinci dönemi belki zorunluluk olarak görebiliriz,ancak ikinci dönem tamamen bir tercih.Ancak her iki dönem de ortak bir noktayı yakalamak mümkün.Hem kabadayılık dönemi,hem de partili dönem de yapabileceğinin en iyisini yapmış. Kabadayılık döneminde her zaman zalimin karşısında, mazlumun yanında yer almış. Haksızlığı hiç sevmemiş. Kimsenin namusuna yan gözle bakmamış. Tam tersine yan gözle bakanla karşı karşıya gelmiş. Bu sebepten dolayı bir kavgada böbreğinin bir tanesini kaybetmiş. Mahallesinde adından bir efsane olarak bahsedilen ve her başı sıkışanın yardım için yanına koştuğu olmuş. Cezaevinde bulunduğu dönemlerde de aynı saygıyı görmüş. Bu kısmıda Tarık Ziya Ekinci’nin Lice’den Paris’e anılarım kitabındaki Reşit Güçkıran’la ilgili bölümü kısa olarak aktarmak istiyorum. “Reşit 1922 doğumluydu. Tanıştığımızda 40 yaşlarındaydı. Hareketli, canlı, buyurgan ama sempatik bir kişilik sergiliyordu. Uzun yıllar önce, Besni civarından gelip Gaziantep’e yerleşen bir Kürt ailendendi. Evlerinde halen Kürtçe konuşuluyordu. Çocukluk ve gençlik yılları hep Gaziantep’te geçmişti. İlk gençlik yıllarında mahallesinde, daha sonra da il çağında dürüstlüğü, yardımseverliği ve cesaretiyle itibar kazanmıştı. Onun gençlik yıllarında, diğer Güneydoğu illerinde olduğu gibi, Gaziantep’te de kabadayılık, kumar oynatma, haraç alma ve oğlancılık yaygın soysal hastalıklardı.

resit guckiran

Zorbalığın kol gezdiği o günkü ortamda namlı kabadayılar tacizine uğrayan gençler onun himayesine sığınırlardı. Nerde bir haksızlık varsa Reşit’in müdahalesi ile karşılaşıyordu. Sürekli mücadele içinde olması nedeniyle ortaokuldan sonra eğitimine son vermişti. Artık o da namlı bir kabadayıydı. Gittiği kahvehanelerde, oyun salonlarında gazinolarda büyük itibar görüyordu. Saldırganlık yapan, gençlerden haraç alan, kumarda zorbalık yapan ya da gençlere tacizde bulunan kabadayıların korkulu rüyası olmuştu Reşit. O artık Gaziantep’te modern bir Robin Hood idi.”(Tarık Ziya Ekinci Lice’den Paris’e Anılarım) Babamın kabadayılık raconundan kaynaklı anlatılan ve beni asıl etkileyen yanının arkadaşlık ve güven olan bir olayı abimin anlatımıyla aktarmak istiyorum. “Babamın genelevde dostu vardır. Günlerden bir gün dostuna askıntı olan birini genelevden kovalar. Adam bir iki hafta sonra genelev yakınlarında boğazı kesilmiş halde bulunur. Adamın ailesi ondan şüphelenip ihbar eder. Tutuklanır. Aklanıp salıverirler. Sonra gerçek suçlu yakalanır. Hapishaneye konur. Ancak bu aklanma ve salıverme içlerine sinmez. Bu meselenin çözümünü kendilerince halletme ihtiyacı duyarlar. Asıl suçlunun vurulması gerekmektedir. Karar budur. İşin yapılması Kara Cemal’e verilir. Kara Cemal hapishaneye gider. Vuracağı kişinin ziyaretçisi gibi davranır. Adamı ziyaret yerinde vurur ve kaçar. Ancak adam yaralanmıştır. Olayı duyan herkes işi Kürt Reşit’in yaptığını söyler. Ancak bir çok kişide onun yapmadığını anlamıştır. Çünkü “O yapsaydı yaralı bırakmazdı, öldürürdü” derler. Yukarıda anlattığım olayda beni etkileyen arkadaşların ne kadar birbirine bağlı olduklarıdır. Samimi olduğudur. Arkadaşı için, hiçbir sorgulama yapmadan cezaevine gidip adam vurmak. Babamın bu dostları ölümünden sonrada aynı samimiyeti ailesi olarak bizlere de göstermişlerdir. Reşit Güçkıran’ın kabadayılık dönemine ait anlatılacak onlarca olay var. Bu dönem her ne kadar Bizim ve onun yaşamı için önemlide olsa asıl etkileyici olan dönem bundan sonra başlayan ve yaşamının sonuna kadar devam eden siyasi dönemdir. Babamın siyasete girişi de bir hayli enteresandır. Yine büyüklerden dinlediğim gibi olayı kısa olarak aktarayım. Babamın açtığı yazlık kahveye şehirden olmayan birileri gelir ve Kürt Reşit’i sorarlar. Babam o sırada kahvede yoktur. Gelenler Reşit’e verilmek üzere bir paket bırakır, ona verilmesini ister ve daha sonra geleceklerini belirtip giderler. Babam kahveye gelip durumu öğrendikten sonra pakette para olduğunu görür çok kızar ve adamları beklemeye başlar. Adamlar geldiğinde meramları belli olur. Şehirde bir doktor vardır. Ve Moskof gâvurudur. Namus tanımamakta, Rusya’dan para almaktadır. Ve ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu iş paşanın (İsmet İnönü) isteğidir. Hem de memleket meselesidir. Babam adamlara işi düşüneceğini söyler. Doktorun daha önceden adını duymuştur. Doktoru tanımak için daha önce alınan böbreğini bahane ederek doktorun yanına gider. Muayene sırasında sohbete başlarlar ve sohbet gittikçe koyulaşır. Doktor birkaç kez daha kontrole gelmesini ister. Bu geliş gidişlerde babam doktor hakkında anlatılanlarda çelişkiye düşer. Adam iyi biridir. Kendisinden çok işçileri düşünmektedir. Kendisine yapılan teklifi reddeder. Kafası karışmıştır. Bu arada yavaş yavaş eski alışkanlıklarından uzaklaşmaya başlar.Geleve gitmemeye başlar.Çevresindekilerde ondaki bu değişikliği fark ederler.Daha merhabası olduğu ama sık gidip gelmediği Süleyman Ceydeli,Mahir Bilgili,Galip Ataç ‘ın dükkanına sık gitmeye başlar.Özellikle Galip Usta bu aşamada onun yaşamında farklı bir sayfa açar.Gün geçtikçe yaşam biçimine değişmeye başlar.Ve önünde iki farklı yol vardır.Bu sırada nişanlanmıştır ve paraya ihtiyacı vardır.Şunu anlamıştır insan çalışmalı ve üretmelidir.(Bu anlattıklarımız Reşit Güçkıran’’ın yaşamında bu kadar hızla geçmemiştir.Farklı olaylarda yaşanmıştır ancak yerimizin darlığından kısa geçiyorum.)Kararını verir.Çalışacaktır.Arkadaşları sayesinde Nafia’da(YSE) iş bulunur.İşe kabul edilir.Artık elinde bıçak değil,çekiç vardır.Kısa sürede çok şey öğrenir.Hatta öğretecek duruma gelir.Köylere yol yapmaya gider.Bu gidişler onu olayları gözlemeye iter.Köylünün çaresizliğini görür.İşçini,yoksul halkın ve köylünün bu çaresizliklerinin tahlilini yapabilmektedir.Ve çözümünü bilmektedir.Artık sol siyaset içine yavaş yavaş girmiştir.Özellikle Galip Usta ve Hasan Bayaz sayesinde sol hareketi ve sendikacılığı kavramıştır. İbrahim Poyraz,Güner Samlı,Hasan Bozkurt,Çapalılı Hamdoş,Hasan Bayaz,Zeki Keskin.Dr.Saip Atay,Nuri Mermer,Ökkeş Sevim,Ömer Bilge,Muharrem Arıca,Ahmet Top,Zülfikar Tiğrek,Hayri Kurtgözü,Mustafa Demirpençe,Nusret İdemen,Kaynakçı Mehmet,Baki Çelikel ve ismi sayamadığımız yüzlerce kişi ile yolları solda özelliklede Türkiye İşçi Partisinde buluşur.Artık bundan sonraki cezaevine girişleri kabadayılıktan değil siyasetten olacaktır. TİP içinde kuracağı dostluklar yıllarca sürecektir. Ölümünden sonrada bu arkadaşları bizlere her türlü yakınlığı göstermiştir.

resit guckiran

Babam Reşit Güçkıran’ın siyasi yaşamında anlatılacak çok şeyler var. Sayfalarca uzatmak mümkün. Ancak bundan sonraki sayfalarda arkadaşlarının bazılarının onun için söylediklerini ve benim arkadaşlarından duyduğum anılardan bir kaçını aktarıp yazımı tamamlamak istiyorum. “Eylem dışında düşünülemez Reşit Güçkıran. Onun kişiliği, varlığı eylemleriyle kanıtlanır. Onu, dostlarından değil, düşmanlarından da dinlemeli. Reşit’e bakınca, düşman olarak ta arkanı dönebilirdin. O saygı duymadığı kimseyi düşman da saymazdı. Yaşamı süresince kendi çıkarı için bir şey istemedi. Kürt Reşit, yaşamış ve efsane olmayan bir Meçhul askerdi. Antep savunmasında Şahin Beyin, Karayıla’nın yeri neyse, Gaziantep’in sosyal savaşımında Reşit’in yeri odur.”(Kemal DUYKAN) Bir gün Yaşar Kemal’le konuşuyorduk; -Reşit’i öldürttüler dedi. Sodum: -Neden seni ya da Aybar’ı öldürtmediler de Reşit’i buldular? Yaşar Kemal: -Reşit bir halk lideri idi. O’nun ölümüyle, Aybar’la halkın bağlantısı olan şah damarını kestiler, dedi(Süleyman Ceğdeliler)

resit guckiran

Reşit Güçkıran’ı tanımlamak, anlatabilmek zor bir konu. O insan olmanın tüm özeliklerini benliğinde toplamış, eksiksiz ve gerçek bir yurtseverdi. Reşit’i kendi adından özge hiçbir şey anlatamaz:”KÜRT REŞİT” Ancak Çetin Altan’ın Reşit için söylediği güzel bir benzetmesini anımsamak yerinde olur:”Yumuşak bir halının üzerinde duran yalın bir kılıç” Reşit’i vurdular. Yoldan geçerken, araba arkasına saklanmış bir kişi 7 kurşunla onu cansız yere serdi. Öldürenin kimliği ne olursa olsun, şunu herkes biliyor. Kişi olarak Reşit’in düşmanı yoktu. Örgütsel birileri, dolaylı yoldan, öldürdü onu.(Galip Mükerrem Ataç) O, çevresiyle özdeşleşmiş bir kimse idi. Onun kendi malı yalnız kendisinin olmadığı gibi yakınlarının parasal varlığınıda kendisinin gibi görürdü. Onu çeşitli biçimlerde sömürenler oldu. Ama, o kimseyi sömürmedi. Arkadaşlar arasında Gürenizli Mehmet Ali Reşit’in gömütüne 3 tane ağaç dikmiş. Her gün olmasa bile gün aşırı gidip sulamış, ağaçlar toprağa kök salıncaya dek. Gürenizli M.Ali’ye gömütlük bekçisi sormuş. “Bu kimin gömütü ki,böylesine her gün ziyaret ediyorsun?” Gürenizli şu karşılığı vermiş: “Bu benim her şeyimdi.Babamdan kardeşimden de yakındı bana” Özetle ,Reşit eğilmedi,kırıldı.(Fikret Kafadar) Reşit Belediye meclisinde çalıştığı sıralarda, bir gün bana geldi. “Belediyeye gideceğim. Cebimde sigara parası bile yok” Yanımda bulunanı vedim. O sırada Reşit Belediye satın alma komisyonunda üye idi.O gün önemli bir tartışma vardı.Satın alma komisyonunda :7-8 otobüs alınacakmış.Eksiltmeye iki firma katılacakmış.Bu firmalarda birisi,komisyonda ağırlığını koyması için Reşit’e iki yüz bin lira vermeyi önermiş.Reşit,cebinde sigara parası olmamasına karşın:” Kürt Reşit’i satın almaya sizin gücünüz yetmez,yıkılın” diyerek,bu 200 bin lirayı tepmiştir.Tersine,otobüslerin öbür firmadan alınmasını sağlamıştır. Hapishanede, mahkemelerde ödün vermeyen gerçek bir sosyalist olarak tanırım Reşit Güçkıran’ı. O,gücüne ulaşılamayacak bir devrimciydi.(İbrahim POYRAZ) Reşit Ağabey, yalnız yiğit bir sosyalizm savaşçısı değil; insana insan olmanın bilincini, güven duygusunu doğal bir hava içinde verebilen gerçek bir arkadaştı da. Onunla birlikteyken hem öğrenir, hem öğretirdiniz. Düzenin pisliklerinden arıtmıştı kendisini. Yalnızca kişiliği bile, dayanışmanın en güzel örneğiydi. Reşit Güçkıran, ölümsüzleşen bir halk kahramanı olarak, sosyal tarihimizdeki onurlu yerini almıştır. Sosyalizm savaşçılarının anılarında yaşıyor ve yaşayacaktır.(Ökkeş Sevim) “Reşit’i vurdular “ dedi Atila arkadaş.Sendeledim.Yenişehir postanesine koştuğumuzda saat 22’ydi.Tel çektik Gaziantep hastanesine “çabuk iyileş Reşit!Bu davanın sana ihtiyacı var.” Sabahleyin öğrendik ki,saat 17’lerde göçmüş Reşit.Telimizi okuyamadı,telimizi ona okuyamadılar.Gaziantep!in yiğit Kürt Reşit’ini yetiştiren bozuk düzen,Kürt Reşit’i vuracak tabancalı eli de yetiştirmişti.”Reşit öldü dedim Yaşar Kemal’e.İnanmadı.Dişlerine sıka sıak baktı gözlerime bir süre.Tutamadı kendisini.Gözlerinden inen iri damlalar,Ankara’nın akşam karanlığında parıl parıldı.(Hasan Hüseyin Korkmazgil)

Devrimcinin türküsü-Kürt Reşit’in(Reşit Güçkıran) anısına

Ölüme karşı yaşamadır devrim

Devrim bir sabah

Devrim bir sürgün

Devrimci kan kırmızı bir güldür

Devrimcide bir kavgadır ölüm

Neye yarar bıçağa değmeyen bilek

Sevgiye ve kurşuna açılmayan yürek

Devrim bir türkü

Devrim bir evren

İster kederli ister şen

Bir özsudur yürür geçer yaşamın içinden

Benki bir kurşun gibi sevmişim

Potinimi sakalımı

Benki dağlara şiir vermişim

Potinim ve sakalım sevmiş kavgayı

Durma, durduğun yerde ölüm

Yürü çiçeklere, sürgünlere

Git savaşa gider gibi düğünlere

Neye yarar bıçağa değmeyen bilek

Sevgiye ve kurşuna açılmayan yürek

Devrim bir türkü

Devrim bir evren

İster kederli ister şen

Bir özsudur yürür geçer yaşamın içinden (Kemal Burkay)

Anlatılacak daha çok anı olduğunun farkındayım. Babamın ölümünden 45 yıl sonra dahi arkadaşlarının onun hakkında konuşurken ağladıklarını gördüm. Farklı zaman ve mekânlarda karşılaştığım bu insanların nemli gözlerinde birbirlerine olan saygı ve sevginin halen yaşadığına şahit oldum. Bundan sonrada bu dostlukları elimizden geldiği kadar devam ettirmeye çalışacağız. Umarım devam ettirebiliriz. Babamın arkadaşlarına aile olarak çok şey borçlu olduğumuzun farkındayım. Ve İyi ki onları tanıdım.

Özgür Güçkıran

burjuvazi hepten kötü

aslana yeğ tutar atı

kurdular bir sefil iti

reşitimi vuranlar var

m. nuri mermer


REŞİT GUÇKIRAN (KÜRT REŞİT)

Galip Mükerrem Ataç

1961 yılının ortalarına doğru, iki genç, dükkânıma geldi. Bir Parti tüzüğü gösterdiler.Bu Partinin Gaziantep örgütünü kurmaya düşünüyorlarmış Tüzüğü okumamı ve düşüncemi kendilerine anlatmamı istediler Ancak akşam okuyabilecegimi, yarın da, düşüncemi kendilerine anlatabilecegimi söyledim, gittiler. Türkive İşçi Partisi'nin kuruluşundaki ilk tüzüğü idi. Kurucuların tümü işçi sendikalarından. Genel Başkanı Avni Erakalın ve yardıması Kemal Türkler'di. Bunlardan hiç birisini tanımıyordum. Yalnız, kurucularnın sendikacı oluşu, bugünkü durumlarında, işçi sayılmasalar bile, işçi snıfiyla ilişkileri tartısılamazdı. Böyle olunca da, bu Partinin geleceği güvence altında düşünülebilirdi. Tüzügü bana getiren gençleri tanımadım. Böyle bir örgütün güvenilir kişilerce kurulması gerekirdi.Ílk aklıma gelen Reșit Güçkıran (Kürt Reşit) oldu.

Reşit Güçkıran, 1340 doğumlu, ortaokulun son sınıfına dek okumuş,açık yürekli, yiğit bir arkadaşımdı. Türk Sosyal Demokrat Partisi zamanın da tanıştık. Reşit'in Bayındırlık Müdürlüğü'ndeki iş yerine gittim Tüzügü o da okudu, beğendi. Yasal sakıncamdan ötürü, benim kurucu olarak katılamayacağımı söyledim. Tüzüğü bana getiren gençleri tanitmaya çalıştım tanır gibi oldu tüzüğü yine onlara vermem gerektiğini Reşit de uygun buldu. onlarla bağlantı kurmaya çalışacağını söyledi, ayrldık Ertesi gün tüzüğů gençlere verdim. Kürt Reşit'le bu konuda görüşmelerini öğütledim. Sckiz on gün içinde, Türkiye Işçi Partisi Gaziantep il örgütü kurulmuş oldu. Reșit Güçkıran'ın başrolü oynamasina karşın, geri plânda kalmayı yeğlemiştir.

KÜRT REŞİT

(Kürt Reşit'den söz edilince) Kürtler, Gaziantep'de etnik bir grup oluştururlar. Çoğunlukla güvenilir, yiğit ve ağırlıkları olan kişilerdir, Antep'e gelip yerleşmeleri çok eski.. Antep Savunmasında dillere destan yiğitlikleri görülmüştür. Diğer bölgelerdeki Kürtlerle ayrıcalıklarından biri de, daha avdın görünümde oluşlarıdır. Daha birçok üstün özelliklerine karşın, yakın zamana dek, azınlık gözüyle bakılmaktan kurtulamamışlardır. Bu yüzden sert karakterlidirler. Baskıya dayanamazlar. Okullarda, iş yerlerinde Kürt çocuklarına uygulanan aşağılatıcı davranışlarından, çevreye kafa tutar durumda görünürler. Düzene baş kaldırmış düzinelerle Kürt genci tanırım Reşit Güçkıran da bunlardan biridir. Reșit, Kürt tarihini ve alfabesini çok iyi bilirdi. "Kürdüm"derdi. Ancak, halklar sorununun, Türkiye bütünlüğü içerisinde ele alınmasından yana idi. Ayrı bir Kürt Devleti kurma düşüncesinin bugünkü koşullar altında yabancı kaynaklardan destek aldığını belirterek şöyle derdi: "Biz sosyalistler olarak sınıf mücadelesini üstlenmiş bulunuyoruz. Türkiye'nin sosyoekonomik görünümüne göre çoğunlukla batı bölgesinde, Derebeyliğin yerini küçük mülkiyet almıştır. Buna karşın, Doğu bölgelerimizde, tüm özellikleriyle, derebeylik egemen. Ağalık daha çok orada; şeyhlik, dedelik adı altında, Orta Çağın sömürü düzeni orada. Ben, insanlığın kurtuluşunu, sosyalizmin yengisinde görüyorum." Reşit Güçkıran'ı tanımlamak, anlatabilmek zor bir konu. O insan olanın tüm özelliklerini benliğinde toplamış, eksiksiz ve gerçek bir yurtseverdi. Reşit'i, kendi adından özge hiçbir şey anlatamaz: Ancak, Çetin Altan'ın Reşit için söylediği güzel bir benzetmesini anımsamak yerinde olur: "Yumuşak bir halının üzerinde duran yalın bir kılıç."Reşit'i vurdular. Yoldan geçerken, araba arkasına saklanmış bir kişi 7 kurşunla onu cansız yere serdi. Öldürenin kimliği ne olursa olsun, şunu herkes biliyor kişi olarak Reşit'in düşmanı yoktu. Örgütsel birileri, dolaylı yoldan, öldürdü onu...

Arkadaşlarından

Kemal Duykan:

Eylem dışında düşünülemez REŞİT GÜÇKIRAN. Onun kişiliği, varlığı eylemleriyle kanıtlanır. Onu, yalnızca dostlarından değil, düşmanlarında dinlemeli. Reşit'e bakınca, düşman olarak ta arkanı dönebilirdin. O saygı duymadığı kimseyi düşman da saymazdı. Yaşamı süresince, kendi çıkarı için bir şey istemedi. Kürt Reşit, yaşamış ve efsane olmayan bir MEÇHUL ASKER di. Antep Savunmasında Şahin Bey'in, Karayılan'ın yeri neyse,Gaziantep'in sosyal savaşımında Reşit'in yeri de odur" Aybar'a ve Parti içinde sıkı disiplinin gereğine çok inanırdı. Reşit, bir insana namuslu diyebilmek için, dört dörtlük bir namusluluk arardı. Partinin sağlam kişiler elinde bulunmasına çok titizlik gösterirdi. Parti'ye alınacak kimselerin sıkı bir süzgeçten geçirilmesinden yanaydı. "Partiyi Hallo ların elinde oyuncak edemeyiz"derdi. 1968 Seçimleri sırasında, arkadaslarla bir içkili lokantaya gitmiştik. Lokantada Kâmil Ocak da varmış. Kâmil Ocak, masamıza içki gönderdi. Reșit (içkimiz var) gerekçesiyle, geri gönderdi. Kâmil Ocak Reşit'in yanına geldi: "Niye kabul ctmediniz ağam. Bizim içkimizde ağı mı vardı?" deyince Reşit, tüm ağırbaşlıliğıyla «Sağ olun! Bizim içkimiz bize yeter karşılığını verdi. Bu ağırlama, bir işciden gelseydi, herhalde, öper başına kordu. Ama Kâmil Ocak, bir ağa ve bir Milletvekili idi." Reşit isteseydi, kendisine ters düşüncede olanları partiden attırırdı. Çok ağır eleştirilerimde bile, bana özel bir kin beslemedi. Örneğin, bir tartışıma sonunda, Reşit Ağabey, dedin, seni öldürmeli, sonra da, karşında saygı duruşuna geçmeli. Tüm partililerin üzerine sevecen bir baba gibi titrerdi. Onun yüzünden Gaziantep'te Parti, olduğundan daha güçlü görünürdü: Dev görüntülü kadronun başında Reşit ve çevresinde küçük bir grup vardı. Bir gün, ekonomik yönden çok sıkışmıştık. Broşür gideri ve arkadaşlara ekmek almak için, tek varlığı olan tabancasını sattı. İstanbul'a göçüyordum. Yanıma geldi: "İstanbul'da, basın yoluyla ve devleştirilenlerin, cüceliklerini gördüğünde, bunu sosyalizmle karıştırma! Ve sosyalizmden soğuma!" demişti.

Süleyman Ceğdeliler:

1968'deki yerel seçimlerde, Reşit'le beraber Belediye Meclis üycliğine seçilmiştik. İlk oturumda bize gösterilen yeri Reșit beğenmedi. Belediye Başkanı'na:neden CHP'nin arkasındaki sıralara oturtuyorsunuz? Bize, Meclis'in solunda bir yer ayıracaksıniz!" dedi ve dediği de oldu Reşit mahpushanede iken, Partinin Birinci Genel Kongresinde 46 oyla, Genel Yönetim Kuruluna seçildi. Bir gün, Reşit ve Baki Çelikel ile geziyorduk. Reşit arkadas, dedim Partinin tüm yükünü sen omuzluyorsun. Sen olmazsan ne olacak? Grup çalismalarına girelim de, öbür arkadaşlar da sorumluluk yüklensin... Sözümü yanlış anlamış: "Ulan ben parti için anamı bile harcarım, sen ne konuşuyorsun dedi. Belediye, İşçi Evleri Kooperatifine biraz arsa satti. Aradan zaman gecti. Bu arsanın bir bölümünü, yeşil saha olarak kullanmak üzere ve parasını ödeyerek, yeniden aldı. Arsa üstüne kimi vatandaşlar gecekondu yaptı. Belediye bu vatandaşlara tapu verme eğilimi gösterince, kooperatif Başkanı Haydar Mutaf (Adalet Partiliydi) bu arsanın tamamını, metre karesi 20 Liradan, yeniden kendilerine satılsın, istedi. Arsanın o günkü satış değeri 400 Lira olmuştu. Haydar Mutaf, eski değer olarak 20 Liradan almaya çalışıyordu. Buna karşı Çıktık. Cumhuriyet Halk Partililer de bize katılınca,Haydar Mutaf'ın önerisi geri çevrildi. Oturum sonunda, merdivenden inerken Haydar Mutaf bana sataștı -”Şununla da İşçi Partili geçinirsiniz, İşçilerin ev sahibi olmasını istemediniz." Ben de: -”..” dedim. Haydar Mutaf bana saldırdı. Bir vuruşmadır başladı. Bunu gören Reșit atmacanın serçe üstüne atlaması gibi, kendisini ortaya attı. Haydar Mutafı kucakladı ve bir yana firlattı "hele sen şöyle dur bakalım" diye de azarladı onu. Grup halinde arkadaşlarla konuşuyorduk. Reşit: "Arkadaşlar, Mehmet Ali Aybar', ne Amerika tutuyor, ne de Rusya. Bu iki devletten birinin desteklemediği kimsenin işi çok zor" dedi. Reşit'in sağlam karakteri, güvenilir kişiliği yanında, öylesine özellikleri vardı ki, anlatmaya gücümüz yetmez. Bir gün, Yaşar Kemal konuşuyordum - "Reşit'i öldürttüler" dedi. Sordum: – "Öyle ise, neden seni ya da Aybar'ı öldürtmediler de Reşit'i buldular"? Yaşar Kemal: "Reşit halk lideri idi. O'nun ölümüyle, Aybar'la halkın bağlantısı olan şahdamarını kestiler"dedi.

Sıtkı Turan Dokuztug:

Amcası Şeyho ile tanışıyorduk."Reşit, benim aracılığımla Türk Sosyal Demokrat Partisi 'ne üye olmuştu."Külhanbeyliği zamanında da namuslu bir yiğitti . Parti'ye katılmadan önceki kişiliğini, kimliğini tanırdım.Partiyc katıldıktan sonra önemli ilişkimiz olmadı Sosyal Demokrat Partiyi koruyucu davavranışları oluyordu. Ama Parti' de aktif görevler almadı. 1946 olaylarında Cezaevine girdiğimizde, Reșit, adam yaralamaktan içerde idi. Ama pek görüşemedik. Ailece, İncirli Pnar'daki bostanlara marul yemeğe gitmiştik. Kendisininde orada kamış hasırla çevrilmiş bir kır kahvesi vardı. Böyle yerlerde ancak, esrar içirtmek, kumar oynatmak gibi uygunsuz işlerin yapılabileceğini düşünerek; bu işin kendisinin yiğitliğine, dürüstlüğüne yakışmadığını enerjiyi daha onurlu, toplumsal eylemlere yöneltmesinin, kendisini yücelteceğini, söyledim. Kafasına yattı ve o kahveyi kapattı.

Orhan Barlas:

Reşit Güçkıran, İşçi Partililer arasında tanıdığım en sağduyulu biriydi. Sanıldığı gibi, külhanbeylikten gelen atılganlıkların tersine, oturmuş bir kişiliği vardı. Parti içindeki çeşitli akımlar karşısında, kendi kişiliğinin verdiği, uzlaştırıcı ve yatıştırıcı bir rol oynardı. O olmasaydı, olaylar Partiyi daha önceden karıştırabilirdi. Onun varlığı bir emniyet supabı gibiydi. Doğru sözlü, ağzından çıkan bir sözü kesinlikle tutan adamdı. Aybar'a karşı başlayan söylentilere ikilem bir tutumu vardı. Kanımca,İsteseydi, Aybar'ı eleştirecek pozisyondaydı. Aybar'a saygı ve sevgisinin aşırılığından ötürü yanaşmadı. Bir içki sofrasında Reşit, bir de başkası sohbet ediyorduk. Üçüncü kişi , neden Türkiye İsçi Partisi'ne girmediğimi sorarken, konuşmayı ağır eleştiri biçimine soktu. Ara sıra Reşit'e bakıyordum. Reşit'in bu konuşmadan rahatsız olduğu, yüzünden okunuyordu. Birden sabrı taştı. Uçüncü arkadaşın yüzüne bakarak... "çakallık etme" dedi. Bir daha da bu konuya dönülmedi.

Dr. Suphi Özkeçeci:

İstanbul' da ihtisas yaparken tanıştık Reşit'le. Onun kişiliğinde Tertemiz pırıl pırıl bir halk çocuğu buldum günlük yaşıyor du parasal yönden yarın kaygısı yoktu. Istanbul'a her gelişinde ziyaretime gelirdi Misafirimiz sayıldığı halde, tüm giderleri kendisi öderdi. Anlayışlı ve aydındı. Arkadaşlığına, insanlığına güvenilir bir kişiydi. Onu öldüren, bence, hasta idi. Bakırköy Akıl Hastanesi'nden sağlam raporu verdiler. Katil başkalarınca aleyhte kurulmuş olabilir.

Fikret Kafadar:

Bir arkadaş sormuştu: "Reşit nereden geçiniyor?" Şu karşılığı verdim: Onun yaşam çizgisini bilmediğin için bu soruyu soruyorsun. 0, çevresiyle özdeşleşmiş bir kimse idi. Onun kendi malı yalnız kendisinin olmadığı gibi yakınlarının parasal varlığını da kendisinin gibi görürdü. Onu çeşitli biçimde sömürenler oldu. Ama o, kimseyi sömürmedi. Arkadaşlar arasında en vefalı çıkan, Gürenizli Mehmet Ali oldu. Reşit'in gömütüne üç ağaç dikmiş. Her gün olmasa bile, gün aşırı gidip sulamış ağaçlar toprağa kök salıncaya dek. Gürenizli Mehmet Ali'ye gömütlük bekçisi sormuş: "Bu kimin gömütü ki, böylesine her gün ziyaret ediyorsun?" Gürenizli şu karşılığı vermiş: "Bu benim her şeyimdi. Babamdan, kardeşimden de yakındı bana!" Özetle, Reșit eğilmedi, kırıldı.

İbrahim Poyraz:

Reşit Belediye Meclislinde çalıştığı sıralarda, bir gün bana geldi. "Belediyeye gideceğim. Cebimde sigara parası bile yok." Yanımda bulunanı verdim. O sırada Reşit. Belediye satın alma komisyonunda üyc idi. O gün önemli bir tartışma vardı Satın alma Komisyonu'nda: 7-8 otobüs alınacakmış. Eksiltmeye iki firma katılacakmiş. Bu firmalardan birisi, komisyonda ağırlığını koyması için Reşit'e, iki yüz bin Lira vermeyi önerir. Reşit, cebinde sigara parası olmamasına karşın: "Kürt Reşit'i satın almaya sizin gücünüz yetmez, yıkılın" diyerek, bu 200 bin lirayı tepmiştir. Tersine, otobüslerin öbür firmadan alınmasını sağlamıştır. Hapishancde, mahkemelerde ödün vermeyen gerçek bir sosyalist olrak tanırım Reşit Güçkıran’ı. O, gücüne ulaşılamayacak bir devrimciydi.

Ökkeş Sevim:

İşçi sinifinin yigit bir savaşımcısı, ezilen halk kitlelerinin bilinçli bir önderiydi. 1961 sonrası yürütülen kavganın, yorulmak bilmez bir militanıydı Mertliği, dürüstlüğü, olayları kavramadaki erişilmez üstünlüğü; topluluklara inancını kabul ettirmedeki rahatlığı, emekçi halkımızla su içindeki balık örneği bütünleşebilmesi, kendisini Güney Doğu ve Doğu da savaşmanin bir simgesi durumuna getirmiştir. O baş kaldırmanın sınıfsal niteliğini kavramamış olsaydı; tarih değişik koşullarda ortaya çıkan, yeni bir Zapata örneğini Türkiye de bulabilirdi.Yaşamı bilinç, örgüt, disiplin anlayışıyla yoğrulmuş bir yapıda; haksızlıklara baskıya, zorbalığa karşı direnme eylemidir. Bilimsel sosyalizmi öğrenmeden önceki yaşamı da başlı başına bir destandır. Ama asıl destan, diyalektik materyalist dünya görüşünü özümlemesinden sonra başlar, belirginleşir, özgünleşir. Yalındı, Parti içinde ve dışında ünlenmesine karşın, kurumsuz yaşantısının dışına çıkmamıştır. Uzun ve yoğun geçen yaşamının birikimiyle dolu olan anasından (Sclver Ana'dan) engin bir Kürt Tarihi Bilgisi edinmişti. Reşit Ağabey, yalnızca yiğit bir sosyalizm savaşçısı değil; insana insan olmanın bilincini, güven duygusunu doğal bir hava içinde verebilen gerçek bir arkadaştı da. Onunla birlikteyken hem öğrenir, hem öğretirdiniz. Doğal olarak, özellikle bizim kuşak, daha çok kendisinden öğrenirdi... Mekanik kafalı, birikimsiz, kuruntulu teorisyenlerin bol olduğu ülkemizde.. Reşit Güçkıran'ın bıraktığı boşluk daha da belli oluyor. Düzenin pisliklerinden arıtmıştı kendisini. Yalnızca kişiliği bile, dayanışmanın en güzel örneğiydi. Savaşım arkadaşlarının yanlışlıklarına karşı hoşgörülü ama döneklere ve yan çizenlere acımasızdı. Böylelerine ısınamadığı gibi, baskı da yapmazdı. Ancak, yüz çevirirdi. Amerikan emperyalizmi ve işbirlikçi burjuvazi, önce dönek, sonra akıl hastası olmuş birini kullanarak onu öldürttü. Reşit Güçkıran, ölümsüzleşen bir halk kahramanı olarak, sosyal tarihimizdeki onurlu yerini almıştır. Sosyalizm savaşçılarının anılarında yaşıyor ve yaşayacaktır.

Zeki Keskin:

Reșit yaralı yatıyorken, Aybar 'n telgraf çektiği, "hemen Gaziantep'e hareket ediyorum" dediği Reşit'e söylendi. Reşit"zahmet etmeseydi, ama yiğit, vefalı adamdır, gelir" demişti. 1969 seçimlerine hazırlanırken Aybar, Reşit'ten Malatya'da adaylığını koymasını istemişti. Reşit ise, parti çalışmalarında geri planda kalmayı yeğleyen, geleneksel bir alışkanlık içindeydi. Bu nedenle Aybar'ın önerisine uymadı. Daha uygun bir arkadaşın bu görevi üstlenmesini söylemişti durumu öğrenen Sadun Aren, Reşit'in arkasını sıvazlamış. Resit bu durumdan gıcık almıştı."Beni Aybar'a karşı olmaya hazırlamak için. bu durumdan bile yararlanmaya çalışıyorlar" dedi. Bir arkadaş topluluğu ile seçim konuşmaları için köye gitmişlerdi Köy de, Adalet Partili olduğunu söyleyen bir genç, belindeki tabancayı belli ederek: "Burada Adalet Partisi'nden başka bir partinin toplantısı yapılamaz demiş. Reşit kaşlarını çatarak bir yana oturmuş. Tabancalı çocuk. Eli belinde, Reşit'in karşısına dikilmiş, bakıyormuş. Reşit oturduğu verde - Bana bak delikanlı! Ben Türkiye Işçi Partiliyim. Ben, istedigim yerde konuşurum. Bana kimse engel olamaz. Yıkıl git karşımdan! Kalkarsam o, belindeki demiri alır, başka yerine sokarı" demiş ve delikanlı, hiçbir şey söylemeden, çekip gitmiş. Bu olay partide tartışılırken, sorduk: "Bu delikanlının çekip gideceğini nasıl anladın? Reşit: -"Bu duygusal bir olaydır; akılcı bir çözüm yolu. Bunun bir benzeri de külhanbeylik zamanımızda oldu... Bir eğlence yerine gitmiştim. O günün ölçülerine göre, düşman sayıldığımız kimselerin, karşımda, bir grup oluşturduğunu gördüm. Hepsinin de silahlı olabileceğini ve benim de üzerimde silah adına hiçbir şeyin bulunmadığını göz önünde tutarak, birdenbire silkindim, büyük bir rakı şişesini, ağız ucundan tutarak, masaya vurdum. Şişe büyücek bir gürültü ile parçalandı. Garsonlar geldi:"Aman ağam büyük bir olay çıkmasın" gibilerinden, beni yatıştırmaya çalıştılar. Bir süre sonra da, bana karşıt olanlar çıkıp gittiler."

Hamdi Doğan:

1962 yılıydı. Reşit hapisten çıkalı iki gün olmuştu. Bizim Çapalı köyüne geldi. Beni görmeden de tanıyormuş. Hasan Bayaz'dan duymuştu adımı. Köye girince beni sordu, tanıştık. Reşit:"Köylüleri topla da konuşalım dedi Çapalı, bir ağa köyü idi. Ağa ölünce, çocukları payına düşen bölümleri ayri ayrı işletiyorlardı. Hasan Bayaz da, kendi işletmesine vekil olarak Reșit Güçkıran'ı seçmişti. Reşit., kendini tanımayanlar için, zorba ve korkulacak bir kişiydi. Adını böylesine duyardık ama görmüşlüğümüz yoktu. Köye geldiğinde kendisini ağırladık; döşekler, minderler serdik yerlere. Eve çağırdığımız köylüler, küçümsenemeyecek bir kalabalık oluşturdu kısa sürede, odayı doldurdular, yerlere oturdular sıra sıra. Reşit bu durumu görünce, oturduğu döşekten kalktı, odanın aşağı köşesinde, köylülerin arasında, yere bağdaş kurarak oturdu. Hepimiz şaşırmıştık. Eski yerinde. döşek üzerinde kalması için zorladık -Olmaz!, dedi. Sınıf bilincime ilk yön veren, Hasan Bayaz oldu. Ancak, onunla ilişkimiz hep sözlü görüşmeler sınırını aşamamıştı. Reşit'le tanıştıktan sonra,beni Partiye götürdü, kitaplar verdi, beni okumaya zorladı. Giderek, bir birimize alıştık. Beni evine götürdü. Annesine ve hanımına - "Biz şimdi üç kardeş olduk. Hamdoş, şehre geldikçe; yerini, yatağını, benim evimde hazır bulmalı", dedi. Köylülerle konuşmalarında, onlardan bir parça olarak görünürdü. Yedi yıldan çok sürdü ilişkimiz. Birlikte köylere, toplantılara gittik. Bir gün ağzından frenkçe bir söz duymadım. Hani şu, kimilerinin sakız çiğner gibi yinelediği, klişeleşmiş sözcükler var ya, bunlardan söz etme zorunluluğu doğunca, Türkçe açıklamalarını yapmayı yeğlerdi. Çok okurdu. Yeni karşılaştığı deyimlerin anlamını öğrenmeden geçiştirmezdi. Hiçbir sözcük, onun ağzından iğreti çıkmazdı. Bildigi konuları özümlemiş olarak anlatır ve en karışık düşünceler bile, Reşit'in dilinde, Inandıricı bir açıklık kazanırdı. Örneğin, Araban'n Ardıl Köyü'nde "Ali Etendi" adında bir ağa ile tartışıyordu: Ardıllı Ali Efendi -"Reşit Ağa, köylüleri bize karşı kuruyorsunuz. ilişkilerimizi bozacaksınız Reşit: Yüzyıllar boyunca, köylüleri sömürdünüz. Onları aç, çıplak bıraktınız istiyorsunuz ki, bu durum yüzyıllar daha sürsün; köylüler, Tanrı buyruğu bilsin köleliklerini, yazgılarını. Artık, bu suskunlukların sonu geldi.. Azaplar, Irgatlar ve çobanlar uyandı.. Kendilerinin de ağalar, efendiler gibi, yaşamaya hakları bulunduğunu kavradılar. Onlar, sizden sadaka" değil,yüzyıllar boyunca çalınmış haklarını istiyorlar; Hak verilmez, alınır, demişti Atatürk. Işte, onlar da, bunun için ayaklanacaklar. Onları durdurmaya, korkutmaya kimsenin gücü yetmeyecektir." dedi. 1969 milletvekili adayı idim.reşitle arabanın hasanoğlu köyünde seçim konuşmaları yapacaktık.o zamanki belli başlı partilerin sözcüleri bizden önce köye gelmiş bulunuyorlardıi. Arkadaşlarımızdan biri, bir . köşede oturmayı önerdi. Reşit; - "Olmaz öyle sey! Gideceğiz, hem de aralarına katılacağız ve köylülerin önünde onlarla (öbür parti sözcüleriyle) tartışacağız" dedi. ilerledik... Bizi görünce, arabalarına-binip, köyden ayrılmak eğilimini gösterenler oldu. Reşit onlara yaklaşarak, bağırdı; "Durun, gitmeyin beyler! Sizinle kozumuzu paylaşacağız. Hem de halkın karşısında, köy halkının hakemliğinde tartışacagız" dedikten sonra toplu halde bulunan köylülere döndü; -"Bunlarla uzun boylu tartışmayacağız. Milletvekili aday listelerini açıklasınlar; biz de okuyalım adaylarımızin adını, işini. Bakalım, halktan.köylüden ve işçiden yana olan adaylar, kimin listesinde daha çok var," Köy halkı bu sözlerden etkilendi. Öbür parti adaylarını gitmekten alıkoymakta, onlar da çaba gösterdi. Okudular aday listelerini. Hemen hepsinde de, doktorlar, avukatlar ve büyük iş adamları sıralanmıştı. Biz de aday listemizi okuduk; Saip Atay (Doktor) Hamdi Doğan (Çapalı köyünde yarncı) Kaygusuz Polat (Çimento Fabrikasında işçi) Mahmut Soğuk (YSE de işçi) Ali Çıldır (Körkünlü Ali, sınıkçı: kırnk çıkık işleriyle uğraşan) Memik Çakırcı (kalaycı) Salahaddin Eryakıcı (hurdacı) Reşit köy halkına seslendi; -"Partilerin aday listelerini dinlediniz. Şimdi, sizler için karar vermek hayli kolaylaştı. Hangileri sizden ve sizden yana ise gördünüz," dedi ve Adalet Parti'li bir konuşmacının yakasından tuttu "Açık konuşun arkadaş, hangi sınıftan yanasınız ve hangi sınıfin çıkarlarını savunuyorsunuz?" Adalet Partili sözcü; "Reşit arkadaş, bizi utangaç duruma sokmaya zorluyorsun. Aday listelerimizi ölçü olarak gösterdin, bu yetmedi mi? Biz sınıf partisi değiliz kitle partisiyiz. İşçi sınıfının, sermaye ve toprak sahipleri karşısında, üstünlük taşıması gerektiğine inanmıyoruz..." Araban'dan dönüşümüzde, yolda işçiler bir su kanalı açıyorlardı. onlarla konuşmak gereğini duydu. Arabadan indik, işçilere yaklaştık. Kolay gele filan gibi söz girişimlerinden sonra, Resit, iscilerin köylerini ve geçim durumlarını sordu. Hasanoğlu, Elif, Yarnmca, Kayabaşı adındaki yakın köylerden olduklarını kendilerine özgü yeter toprakların bulunmadığının, azaplıkla ırgatlıkla geçindiklerini söylediler. Şimdi de, Yavuzeli'nden gelen suyu, daha aşağılara akıtmak işinde, bir müteahhidin emrinde çalışıyorlardı. Resit, Partimizden ve işçiler, köylüler yararına yürüttüğü savaşımizdan söz etti... Kimi işçiler karşı çıktı, -”Bu bizim alınyazımızdır. Allahın dediği olur. Allah dilediği için, onlar bu topraklara sahip olmuş. Kimine uçsuz bucaksız topraklar ve başlı başına, bağımsız köyler vermiş, bizi de onların buyruğunda çalışmak üzere yaratmış. Belki bu çilemizin mükâfatını (ödülünü) de, öbür dünyada verecektir" dediler. Kimileri de - "Arkadaşın söylediklerini yabana atmayalım. Dünyanın yükünü hep biz mi taşıyacağız? Hele bakalım biraz da ağalar, büyük toprak sahipleri çile çeksin de, dünya kaç köşe imiş öğrensinler" türünden, Reşit in biraz önceki sözlerini onayladılar. Reşit, yarı öfkeli, yarı sevecen, şöyle yanıtladı; - "Yani işçi, ırgat, azap kardeşlerim; hep sizler ömür boyu çile çekeceksiniz. Onların tarlalarını sürecek, ekecek ve ekinlerini biçeceksiniz. Onlara minareler boyunda evler, köşkler yapacaksınız. Bu evlerde, köşklerde onlar oturacak, yetiştirdiğiniz ürünleri onlar zevk ve sefaları için, bol keseden harcayacak, sizler de, toprak kulübelerinizde, gecekondu barakalarında, ekmeğine alın terini katık yaparak, çoluk çocuğunuzla onların emrinde ömür çürüteceksiniz. Ve bunu Tanrn buyruğu bileceksiniz, öylemi -Yanılıyorsunuz kardeşlerim. Sizi kandırıyorlar. Bilerek bilmeyerek sizi tanrıya da düşman ediyorlar. O nasıl Tanrıdır ki, kimi kullarını sırtı çıplak, ayağı yalın süründürür; kimilerine de, bal börek içinde, mutlulukların bin bir çesidini tattırır. O zaman, böyle bir Tanrı'nın adaletine güvenilir mi? Yalan kardeşlerim, kuyruklu kulaklı yalan bunlar. Onlara hiç mi cennetin gereği yok? Böylesine sürünerek ulaşılacaksa o Cennete, yer değiştirelim, bakalım. Onlar da Tanrı'nın büyüklüğünü, adaletini tatsınlar... Bizi uyutmak için yutturuyorlar bu afyonlarn. Bu dava sizin davanız. şuna inanıyorum ki, sizin de kafanız ayacak. Çıkarlarınıza, tarihi haklarınıza sahip çıkacaksınız. Gün gelecek, bizleri de geride bırakacaksınız. çok ılımı gelecek size, bu konuşmalarımız. Işte o zaman, sizin ve sizin gibi düşünenlerin karsısında saygı ile eğileceğim. O işçi gurubundan ayrıldık. Arabamızın yanına geldiğimizde reşit "Gördünüz arkadaşlar, bu işçi kardeşlerimiz, bizlerden daha ağır koşullar altında, çocuklarına bir kuru ckmck götürebilmek için böylesine çalışıyorlar. Ne yazık ki, sinıf bilinçleri saptirılmış, çarpıtılmis düşmanlarını tanımaz olmuşlar. Kör inançlar almış sınıf bilinçleri saptırılmış, çarpıtılmış; dostlarını düşmanlarını tanımaz olmuşlar. Kör inançlar almış sınıf bilincinin yerini. Ama bugünkü durumda onları kınamak biz göre değildir. Eğitilmemiş insan, bir işçi de olsa, sinıf düşmanlarının kışkırtmalarına açıktır, elverişlidir. Günün birinde, onlardan birilerinin, ellerindeki kazma-kürekle kendilerini uyarmak için dağ taş dolaşan bizleri öldürmeye yöneldiklerini görürseniz, şaşmayın! Bu yol böyle kötü olasılıklarla doludur" dedi 1965 Seçimleri sırasında, Gaziantep'e baglı Gidevir köyüne gitmistik. Köylülerle uzun seçim konuşmaları yaptık. Daha çok, Reșit'in etkili konuşmaları sonunda, köylülerde olumlu bir direnme çabası belirdi. Topraklarının tümü şehirli malı idi. Dedelerinden gelen bir didinmeleri vardı o topraklarda. Zilliyetlik açısından da, üzerinde çalıştıkları o toprakları çoktan hak etmişlerdi. Bu gerekçe ile topluca bir direnişe geçti köylüler. On ay kadar, şehirli toprak sahiplerini köye sokmadılar. Ne ki, işçilerden kimileri, toprak sahiplerince satın alındı. Onların hiyanetleri yüzünden, köylülerin yenilgisiyle sonuçlandı.

Rasih Nuri İleri:

Türkiye İşçi Partisi Malatya kongresinde, sevgili arkadaşım Reşit Güçkıran Tüzük Komisyonu'na seçilmişti. Ben ise Teklif Maddeleri Komisyonu'na seçildim. Kongre sırasında da Tüzük hakkında bir bildiri hazırlayıp bastırdım ve delegelere dağıttım. Bildiride, özellikle, üst organların karşıliklı durumları ve bunlarla ilgili olarak Genel Başkanın yetkileri ele alınıyor, yetkilerin çatıştiği gösteriliyordu. Bildiriyi kendisine verdiğimde, Reşit: "okusana" dedi, okudum. Bunun üzerine, yanında bulunan Baki Çelikel ile birlikte, "Sen Aybarcı değil misin" diye sordular. Ben de, 'Aybarla kişisel ilişkilerimi bilirsiniz, ancak konu bu değil, konu partinin iyi işleyebilmesidir", dedim ve bazı Örnekler verdim. Bunun üzerine Reşit: "Ben Aybar'a inandım, peşinden yürüdüm, onu uluorta eleştirmem, ancak ihanetini görürsem tabancamı çeker, vururum" karşılığını verdi. Komisyonda ise, İstanbul ilinde hazırlanan ve üyeler tarafindan kongreye sunulan kimi Tüzük değişiklik teklifleri tartışılırken, tartişmanin başlangıcını bilmeyen Reșit kardeşim, Şaban Yildız ile Yilmaz Halkacı'nın karsiliklı olarak kimi sözlerinden büsbütün kuşkulanmiş ve gidip Behice Boran'a "Komisyonda Genel Baskan'ın yetkilerini sıfira indirmek istiyorlar demiş. Komisyon tüzúk degiştirme raporu kongreye sunulunca da bunun ctkisí altında kalan Behice Boran kürsiye çikıp: "Kocam bana pasta pişir diycbilir, ancak ben pişirirken durmadan mutfağa gelip karışırsa, pasta bir şeye benzemez, Komisyon Genel Başkan'a yeni teklifleri ile bir yetki bırakmıyor" deyince yerimden söne karışarak,"raporda öyle bir şey yok, aksine Gencl Başkan'ın yetkileri arttırılıyor" diye seslendim. Behice koran: "Var", diye karşılik verdi,"Nerede, okuyun" dedim, aradı aradı bulamadı, onun üzerine daha da hırçınlaşarak başka konulara döndü. Aslında, kongrede hepimiz iyí niyetli idik, ancak komisyonda konuyu tam kavramayan Reşit yoldaşım en iyi niyeti ile Behice Hanımı yanıltmış,onun israrı ile de hem delegelerin, hem de Genel Merkezin tüzük tadil teklifleri tartışılmadan tümden reddedilmiştí. Hatırası şad olsun.

Mehmet Ali Aybar:

Gaziantep’in yiğit sosyalisti REŞİT’İ ANARKEN

Reşit Güçkıran' 1962 de tanıdım, Türkiye Işçi Partisinin teşkilat kademeleriyle tanışmak ve yeni teşkilat kademeleri kurmak için Adana 'dan Gaziantep'e gidiyorduk. Hava kararmaya başlamıştı.Büyük Araplar köyüne varıyorduk ki, kenarda duran bir takside üc-beş kişi yolun ortalarına firladılar. Durduk. Bizim takside işaret,flama filan yoktu. - "İşçi Partisi Genel Başkanını bekliyoruz. Yolda rastladınız mı kafileye? Bir ariza olmuş olmasın?" diye sordular. Tek bir taksi ile geleceğimizi tahmin etmemişler. "Biziz" deyince şaşırdılar. Kucaklaştık. Bizim arabaya iki genç adam bindi. Biraz sonra l0 15 vasıtalık bir kafile karşımıza çıktı, durduk. Onlarla da kucaklaştık Arabamıza binen iki kişiden özellikle biri, güler yüzlü sükûncti ve etrafindaki sevgi dolu saygı halesiyle derhal dikkati çekiyordu. Güven veriyordu insana. "Ağam" diye bariz bir Antep șivesiyle konuşan bu genç adamı İl Başkanı Ahmet Top sandım. Değilmiş; Reşit Güçkıran'mış adı. Kara Yilan'ın Şahin Bey'in memleketiyle; Şairin "Kırmizı kayalarda yeșil kertenkeleler - Sıcak bulutlar dolaşır havada, ileri geri"diye tasvir ettiği Antep'le, Gaziantep'le ve gene Şairin "Antepliler silahşor olur- Antepliler yiğit kişilerdir" dediği Antepliler ve onların en yiğitleri olan anteplilerle ve sosyalist anteplilerin en yiğidi Kürt Reşitle,1962 nin bir yaz akşamında işte böyle tanıştık. Doğru parti merkezine gidilmişti.Şehitler-Şehreküstü’deki tekgözden ibaret,partililerin badanaladığı,çam tahtasından masası ve dört iskemlesiyle parti lokalini doldurup sokağa taşan o kalabalık arasında ,bana soru soran İmam Hüseyinin yedi yıl sonra Reşiti vuracağı kimin aklına gelirdi. Antep ve Antepliler beni büyülemişti. Antep sihirli bir ülkeydi ,kurtuluş savaşımızın destanı ,duvarlarındaki kurşun ve şarapnel izleri ile tazeliğini hala muhafaza ediyordu. inanılmaz hikayeler maceralar dinliyordum .heyecanlanıyordum. sosyalizmin güneşi antepten mi doğacak diye soruyordum kendime .şimdi anlıyorum ki, o imanlı ve coşkun havada Reşit’in kütleleri büyüleyen harekete getiren kişiliğinin büyük payı varmış .Reşit’in hayatı fırtınalı çelişik inişli çıkışlı aşamalı bir hayat.. nereden nereye gelmiş Kürt reşit ...Sosyalizme kendini adamak Reşit’i nereden nereye getirmiş.Reşit fukara fakat köklü geniş bir ailenin çocuğu ...Güçlü bilekleri ve koskocaman yüreğinden başka hiçbir şeyi yokmuş hayata atıldığında..Bileğinin gücü ile biçağnın hakkıyla yaşamak doğru görünmüş ona. Suçlunun zenginin fakiri ezdiği bir düzende Reşit, bileğinin gücüyle czilmemeğe çalışmış. Yillar geçmiş böylece; hoyrat gençlik yilları.. Sonra bir gün Galip Ustayı, Baki'yi tanımış; sosyalizmle karşı karşıya gelmiş; fuka- ralğın, ezilmişliğin nedenlerini öğrenmiş. Ve o günden sonra Reşit, güçlü bilegini, koskoca yüreğini fukara halkının, sosyalizmin emrine vermiş.. Hayır! Bu, sonradan uydurulmuş bir hikâye degildir. Jdanov'un şekilci. daracık estetik olçülerine göre hayalhanelerde yaratılmış "müspet" bir roman kahramanı degildir, Reşit. Reşit, sosyalist olmadan da insanları, çocukları severdi, Ezilmemek, horlanmamak ve himaye ettiklerini horlatıp ezdirmemek için kabadayı kesilmiş, namını Antep sınırların dışına taşırmiştır. Tek başna dünyayı düzeltemeyeceğini bildiği için de, gücünün yettiği kadarla yetinmiştir, taa sosyalizmi tanyana kadar... Ve Antep'in daracık sosyalist çevresinin bir mensubu olduktan sonra, bu küçücük çevreyi genişletip kuvvetlenmek kadar, kendi kendisiyle amansız bir mücadeleye girişmenin, her gün biraz daha iyi sosyalist olmanın gereğini de duymuş, kabadayıliktan sosyalist lider mertebesine yükselmiştir. Reşit'in hayat macerası, sosyalizmin ahlaki gücünü, eğitici vasfinı pek açık şekilde ortaya koymaktadır. Sosyalizmi bir ckonomik şemadan ibaret sayanlar, fukara Resit'in fedakarlıklarla dolu hayat hikåyesi üzerine ibretle eğilmelidirler. Reşit'in hayat hikâyesi, genç kuşaklar için örnck alınacak, tükenmez bir fazilet ve feragat kaynağidır. Geçen Kasım'n 18'inde, bulutsuz bir gün sona ererken, Gâvur dağının virajlarında Antep'e doğru yol alıyordum. Gökte ay koskocamandı. Içimde, Antep'e yaklaştıkça artan bir sıkınt.. Yedi kurşunla yere serilmiş, ama ameliyatı başarılı geçmiş Reşit'e gidiyordum, Tehlike atlatıldı, demişlerdi. Ama içimdeki skıntı büyüyordu. Edebiyat yapmiyorum; gerçekten öyleydi. Şoföre, "Daha hızlı gidelim" dedim. Hızlı gittik. Devlet Hastahesinin kapısında ağlayan partili kardeşlerle karşılaştım. Koca Reşit her za- hanki gibi sakindi; yüzünde tatlı tebessümü. Sanki gelecek güzel günleri düşünüyordu. Yanağı daha, sicacıkti... FORUM, Say: 375 (2), Sayfa: 10, Tarib: 2 Mart 1970

Galip Mükerrem Ataş:

Halk kahramanları için çevrenin yakıştırdığı adlar daha tutarlı oluyor. Bu bakımdan, Onu en iyi, en güzel tanıtacak ad, "Kürt Reşit"tir. Reşit, Kürt ve Alevi bir oymaktan geliyordu. Bu oymağın göç ve yayılma biçimlerini çok iyi bilirdi. Onların tarih boyunca uğradıkları haksızlıkları, zorbalıkları tatlı bir öfke ile anlatışı vardı. Resit Kürtlerin, Alevilerin haklı bir direniş içinde olduklarına inanmakla beraber, kurtuluşlarını sosyalizmin kuruluşunda görürdü. Irkçı ve dinci gruplaşmalara kesinlikle karşı idi. O kişiliğini Kürt Reşit olarak buldu; Reşit Güçkıran olarak da geliştirdi. Onun külhanbeylik döneminden söz etmek bana düşmez. Daha çok. Türk Sosyal Demokrat Parti (1946) den tanırım onu. Türk Sosval Demokrat Parti'nin Gaziantep şubesi saflarında politik bir savaşa katıldıktan sonra hızlı bir gelişme temposu içine girmişti, Külhanbeylikten kalma kötü alışkanlıklarından kurtulmak için akıl almaz bir çaba ve irade gücü gösteriyordu. Artık, çevresindeki insanlarla ilişkilerinde, eski külhanbeylik çekişmelerinin yerine, sınıf bilinci açısından düzenlenmiş yeni yeni ve gerçek dostlukların ağır bastığı görülüyordu. Eline geçen sosyalistçe yazılmış kitapları büyük bir açgözlülükle okuyor, bunlar arasından aklına yatanları yer gibi, içer gibi ezberliyordu. Bu dönem, Cumhuriyet Halk Partisi'nin Gaziantep'te, politik baskı yönünden, en azgın zamanına rastlar.Böylesince politik bir hava içerisinde, bir avuç gencin kurduğu Sosyal Demokrat Parti'nin gelişmesi, her gün üye sayısının artması, Halk partisi yöneticilerinin kin ve öfkesini artırıyordu. Bir gün, Resit Güçkıran'ı eski külhanbeylik arkadaşlarından iki kişi çağırır. Bir "Çete" kurmak teklif edilir ona. Reşit, kurulacak Çete'nin görevini sorar. Türk Sosyal Demokrat Parti ileri gelenlerinin dövülmek, sindirilmek ve susturulmak istendiğini anlayınca, yumruğunu masaya vurur: "Ulan, hükümet sizden yana, Polisiniz var, jandarmanız var. Bir avuç insan bu kadar mı korkutuyor.Ben bu Partinin üyesiyim. Çetenizi kurun da görüşelim" der. Şaka ettiklerini söylerler Reşit Güçkıran'a. Özür dilerler. Konu kapanmiş olur Reşit Güçkıran, külhanbeylikten kalma tüm avantalara srtını döndü, işsizdi. Belli başlı bir mesleği yoktu. Aç kaldı, umursamadı. En acı günlerini, biyık altından gülümsemckle geçiştirdi. O çok dalgalı yaşantisınin her döneminde, tertemiz kalabilmiş, düşmanlarının bile saygı duyduğu, bir efsane kahramanıydı! Son yıllarda çok garip bir ortama girdi memleketimiz. Büyük Millet meclisi üyclerinin silahlanmasıyla ilk alarm verildi. Sonra, iki yüz bin silahlı çetenin tehdidini duyduk en yetkili (Başbakan Süleyman Demirel) ağızlardan,gözủ dönmüş insanlar türedi dört köşemizde, Büyük Milletlisi baskınlarını, üniversite saldırıları izledi. Gazetelerimiz eşkıyaları kahramanlaştırma yarışında. Yarin kimin kurşuna dizileceği bilinmiyor. Memleketin her köşesinde biçak-tabanca talimleri yapıyor komandolar. Sorumluların yapmacık hayret ve telaşı, bu milli feláket dönemini izaha yeterli değildir. Olsa olsa, onların suçluluk belgesidir bütün bunlar. Genel durum böyle olunca, Reşit Güçkıran'ın ölümünü de aynı cinavet dizisi içinde görmeyi haklı çıkaran nedenler var. Bence, Reşit Güçkıran'n katilinin "dengesiz bir adam" oluşu, durumu daha da kötüleştiriyor. Gerçekten, dengeli bir kimse adam öldürmez. Delilik, az- çok farklarla, tüm katillerin ortak bir yanıdır. FORUM, Sayı: 375 (2) Sayfa: 10 Tarib: 2 Mart 1970

Dr. Saip Atay:

REŞİT' in ÖLÜMÜ

Günlerden 14 Kasım 1969 Cuma, saat 15 suları... Kara haber bir anda bütün şehre yayıldı: Reşit, Maarifin oralarda tabanca ile vurulmuş ve Devlet hastanesine ulaştırılmış, iyi bir tesadüf eseri, o Sırada hastanede bulunan usta bir operatör, hastayı derhal ameliyata almıştı. Reşit vurulduktan Sonra ameliyat için uyutuluncaya kadar şuurunu kaybetmemiş, konuşmuş, "Bu memlekette benim düşmanım da mı varmış?" diye, olan işe kendisi de hayretini ifade etmiş. Ben vardığımda hastane bahçesi Reşit'in ailesi efradı, partililer, akraba ve dostları tarafindan tıklım tıklım doldurulmuştu; ameliyat salonunun önü de öylesine hınca hınçtı. Böyle bir kalabalık bile Reşit'in sayılı ve sayılır bir kişi olduğunun kesin kanıtıydı. Herkes telaş ve heyecan içinde neticeyi bekliyordu, Ameliyat bir saatten fazla sürdű, sol böğründen giren kurşunun parça parçaladığı dalak çıkarıldı, karaciğer ve pankreastaki yaralar onarıldı. Reşit ameliyattan uyanır uyanmaz, ilk olarak, kendisini kimin gunu sormuş. Önce söylenmek istenmemiş, 1srarı üzerine failin. ta dengesiz biri olduğunu öğrenince, "Vay deli vay!" diye acı acı tebessüm etmişti. Ameliyattan sonra her şey memnunluk verici şekilde cereyan etmiş, tehlikeli sayılan ilk sekiz ve ilk kırk sekiz saatler atlatılmıs hcpimizin yüzü gülmeye başlamıştı. Yalnız ölümünden bir gün önce, kan üresi 120'ye yükselmiş, ertesi gün ise hiç idrar çıkaramamıştı; ama bunlar Reşit'in tek böbrekli olmasına rağmen acil tehlike işaretleri değildi ve hastanın umumi durumu iyi idi. İlgili hekimler toplandı, o gece tatbik edilecek özel bir tedaviye rağmen idrar sökmezse ertesi gün suni böbrek tatbiki için hastanın İstanbul'a nakline karar verildi. Fakat heyhat, meğer feci son gelmiş çatmış mış da haberimiz yokmuş,her sey birkaç dakika içinde olup bitti ve akciğer embolisi Reşit'i alıp götürdü. Ankara'dan kalkıp Reşit'i ziyarete gelen Sayın Mehmet Ali Aybar,ne yazık ki, O'nun sıcak naaşı ile karşılaştı. Şanına yaraşır bir törenle 19 Kasım'da toprağa verildi. Reşit, 1340'ta Gaziantep'te doğmuş, ilkokuldan sonra ancak orta 2. sınıfa kadar devam edebilmiş, sonra okulu bırakmış. Bundan sonra, Kürt mahallesinin bu acar çocuğunu Gaziantep'in sayılı kabadayıları arasında görüyoruz, bu hayati taa 1946'ya kadar böyle sürer. Reşit, o tarihte, Gaziantep'in Incili Pınar mevkiinde bir kır kahvesi işletmektedir, müşterileri çoğunlukla zamanın ünlü kabadayı ve külhanbeyleridir. Bir gün, kahveye, yanında hanımı, cfendi kılıklı birisi gelir. Bu, o zaman Sosyal Demokrat Parti'nin Gaziantep Il Başkanı diş tabibi Sitkı Dokuztuğ dur;hem çay içer, hem Reşit'le konuşur, partisinin gayelerini anlatır Reşit'e... Yine anlatır ki, partisi, kışkırtılmış kaba kuvvetle tehdit edilmektedir, bu hususta yardıma ihtiyacı vardır. Sanırım Reşit'in, toplumculuğu o zamandan başlar, gelişip serpilerek ölümüne kadar devam eder. Dokuztug'la arkadaşlığı ilerledikçe Reşit'in dünya görüşü, değer yargilari değişmiş, Reşit artık toplumcu olmuş, 180 derece cark ederek kabadayı külhanbeyi hayatından kendini alıp çıkmıştır. Simdi artık çalışmak, yaşamını çalışarak sürdürmek gerektir Reşit için. Nitekim öyle yapar;Bayındırlık Müdürlüğünde bir iş tedarik ederek iş elbisesini giyer,çıraklıktan işe koyulur, giderck yol yapım makineleri ustalığına kadar yükse yükselir. Gezilerimizde pek çok köyde köylüler,Reşit'i hemen tanırlar, cezaevindeki reşit ağa veya yolarını greyderleyen Reşit Usta olarak onu ağırlar,hürmet ederlerdi. Reşit'in Bayındırlıktaki görevi 1963 tevkifatına kadar sürer. Halk kökenli, halk lideri Reșit, 196l'de in Gaziantep Kurucuları arasındadır ve partisi için olağan üstü çaba içindedir, teşkilåtçıdır, eğitici ve öğreticidir. TİP'in Genel Yönetim Kurulu'nun Mayıs 1963' te Gaziantep'teki olağan toplantisı hadiscli geçmiş; Reşit, resmi makamların canını sıkmıştır;kısa bir süre sonra, yılgınlık vermek için ve uyduruk nedenlerle üç arkadaşıyla beraber içeri alındılar, tutuklu bulundukları 8 ay içinde birkaç kez duruşmaları yapıldı; sonunda, önce tevkifleri isteyen savcı bu defa beraatlarını talep etti, yargıçlar kurulu oy birliğiyle bu karara uydu ve salıverdiler. Reşit, Partisi için hiçbir fedakarlıktan çekinmez, en ağır görevleri yüklenirdi; hiç mi hiç mevki hırsı yoktu; seçimlerde aday gösterilmekten ısrarla kaçınır, ancak arkadaşlarının baskısı ile bu ısrardan vazgeçerdi. 1968 Seçimlerinde de öyle oldu; Belediye seçimleri için ön seçime katılmayı güçlükle kabul ettirebildik kendisini; katıldı. Liste başına geldi. Belediye Meclisine girdi. Oradan, bir sene müddetle sorumluluk yüklendiği Encümen üyeliğine seçildi. Bu görevinde de her zaman olduğu gibi hümanist bir davranış içinde oldu, parti farkı gözetmeksizin bütün vatandaşlara, Belediye ile olan ilişkilerinde yapabildiğince yardımcı oldu. Belediye Başkanı ile birçok belediye daire müdürleri, TIP'li encümen üyesinin umduklarının çok üstünde seviyeli, dirayetli ve dürüst bir kişi olduğunu her vesile ile tekrar etmişlerdi.Reşit, Parti içindeki emckçi-aydın ayrımının ve üst seviyedeki fikir bağdaşmazlıklarının giderek partiyi yıpratacağından ve parçalayacağından birçoklarımız gibi korkarak, endişe duyardı. Ne yazık ki bu korkulardan arınmadan, ihtiyar anasını, eşini ve dört çocuğunu, kardeşlerini, partililerini ve Sevenlerini cleme boğarak aramızdan ayrıldı. Hayatta kalması için çaba sarf cden herkese teşekkür eder, ailesine ve Partililerine başsağlığı diler, aziz hatırası önünde saygıyla egilirim. FOR UM, Say: 375 (2), Sayfa: I1. Tarilb: 2 Mart 1970.

Baki Çelikel:

ARKADAŞIM REŞIT

Son birkaç yılın politikacı Güçkıran'dan bahsetmek için vakit henűz çok erkendir. Zaten işin bu tarafi ile mesgul olmak, arkadaşından çok, araştırmacıların görevidir. Binaenaleyh Reşit in 1965 ve bilhassa 1967 den sonraki yaşantısının yazımızda yer almadığını belirterek konuya girmek isterim. Daha çocuk yaşında iken: Kürtlük, Alevilik, fakirlik sebebiyle uğradığı hakaretler onda çevreye karşı kin ve intikam arzularını yeşertti. Hayat draminın başlangicını bu noktada aramak gerek. 0, kendi gibi olmayanlarla savaşmaya başlayınca, iri vücudundan bcklenmeyen bir çeviklikle girdiği kavgalarda, dövűyor-dövülüyor, vuruyor-vuruluyor, ama yılmıyor ve çevre ondan çekinmeye başlıyor. Onu tertip ve oyunlarla yenmeye çalışıyorlar, lakin bütün çabalar faydasız. Karakollarda dayak, zabıtaya mukavemet ve hakaretten Adliyeye sevk, üst üste hapisler o günlere ait olaylardır. Ve yine o günlerde çevredeki varlıklılara karşı, yine varlıklılardan biriveya birkaçına dayanmak suretiyle güçlenmesi ve bir macera adamı olarak temeyyüz etmesi sonucu kumar, içki, kadın onun meşgaleleri arasındadr. Artik o paralıdır, kuvvetlidir, otoritesini kurmuştur. Yıl 1946. İlkokul sıralarındaki dostluğumuz tekrar başlıyor. Teferruat üzerinde durmayalım. Artik, O bir Sosyalisttir... Yani Kürt Reşit'in çilesi degişmiş, o artık kendisi için değil çevresi için yaşamaya başlamıştır. Artık, insan sevgisi onu sarmiştır. Yüzüne yerleşen hafif gülümseme ile sert mizacın tashihe çalışan bir bayraktardır O. Azınlık olmanın, hor görülmenin Istirabını çckiyor. işçi sinıfi öncülüğündeki emekçi halkların kurtuluş savaşına adamiştir nefsini. Nihayet, Türkiye Işçi Partisi'nin Gaziantep'teki kuruculan arasında olan Güçkıran; eşini, çocuklarını, ana ve kardeşini kaderlerine terk ederek toplumun kaderini değiştirmeye çaba ve gayret gösterenlerin en önünde yer alıyor. Örnek olursak ışığını yakanlara Şehitlere, kahramanlara, yiğitlere Ve de: Öldükleri gibi ölünmesini bekleyenlere Katıldı Güçkıran. FORUM Say:375 (2), Savfa: II. Giin: 2 Mart 1970

Hasan Hüseyin Korkmazgil:

BRECHT TANIYORDU KÜRT REŞİTİ

Reşiti vurdular dedi Atilla arkadaş Sendeledim. Yenişehir postanesine koştuğumuzda saat 22 ydi. Tel çektik Gaziantep hastanesine "Çabuk iyiles Reşit! Bu davanin sana ihtiyacı var." Sabahleyin öğrendik ki, saat 17'lerde göçmüş Reșit. Telimizi okuyamadı, tellimizi ona okuyamadılar. Gaziantep'in yiğit Kürt Reşit'ini yetiştiren bozuk düzen, Kürt Reşit'i vuracak tabancalı eli de yetiştirmişti. Reşit öldü" dedim Yaşar Kemal'e. inanmadı. Dişlerini sıka sika baktı gözlerıme bir süre. Tutamadı kendini. Gözlerinden inen iri damlalar, Ankara'nn akşam karanligında parıl parıldı."devrimciye övgü" diye bir şir yazmış Brecht; A. Kadir, Türkçe söylemiş onu. Şöyle diyor: Ne zaman baskı, Zulüm artar, Herkes kaçacak delik arar. O zaman yigitligi sen onda gör. Kurar örgütü, girer kavgaya, Alın teri bu, ekmek parası, der, Devlette, der, benim sözüm geçmeli. Malı mülkü olanın keser yolunu, Söylemeden bırakmam, der, Söyle, der, nerden bu değirmenin suyu? Bir bir sorar aydın takımına, Der, beyimiz kime hizmet eder?” Acaba Kürt Reşit'i tanıyor muydu ki Brecht? Evet, çok iyi tanırdı. Kürt Reşit yalnızca Antep'te yaşamaz ki.. Kürt Reşit Sivas'ta da, Kars'ta da, Almanya'nın, Fransa'nın herhangi bir köşesinde de yaşar. Kürt Reşit, bilinç kazanmış "Emekçi Halk"tır; işçinin, köylünün, yoksul emekçi halkın uyanan ucudur. Brecht iyi tanır kendisini. Türkiye sosyalizmi, Kürt Reşit'in geçtiği yollardan geçerek gerçekleşecektir. FORUM,2 Mart 1970, Sayt: 375 (2), Sayfa: II dir, Ocak 1970, Istanbul,

Atilla Aşut:

Merhaba Aydın kardeş. Evet, Hasan Hüseyin'in, yazısında sözünü ettiği Attila benim. O akşam Korkmazgil'le TİP Genel Merkezi'ndeydik. Birlikte, partinin Basın ve Propaganda Bürosu'nda çalışıyorduk. Babanızın Antep'te vurulduğu haberini alınca deliye döndük! Ne yapacağımızı şaşırmıştık. Bu saldırının ölümle sonuçlanmayacağı umuduyla hemen Kızılay Postanesi'ne koşup ortak imzalı bir telgraf çektik. Kızılay Postanesi o zamanlar, Atatürk Bulvarı üzerinde, şimdiki Mine mağazalarının zemin katında idi. Ne yazık ki sabahleyin "Kürt Reşit"in ölüm haberiyle sarsıldık. Hasan Hüseyin, daha sonra bu satırları yazdı. Yönettiği "Forum" dergisinde mi çıktı başka bir yerde mi, şimdi tam anımsamıyorum... Ol hikâyet bundan ibaret.

Sanki oranlayamadığımız ölçüde hızla kayıp giden bir aygit içindeyiz. Gözlerimizi bu hiza uyduramadığımız dan, yakın çevremize bakamıyoruz. Görüntüler delice koşuyor gerilere doğru.. Tarlalar, bağlar, bahçeler akıl almaz bir ivedilikle kaçışıyor.. Ötelere yöneltiyoruz bakışlarımız1; coşkulardan siyrılmış anıları ve geçmiş olaylar űzerindeki düşünsel kolaylıkları vurgulayan sıradağlar, tepccikler daha belirgin daha bir seçgel. Yaşantımız böyle sine bir geçiş döneminde... Tarih olmaya yüz tutmuş geçmiş zamanı yakalamak henüz etkisinden kurtulamadığımız ve geçmekte olan zaman parçalarını eleştirmekten daha kolay geliyor. Bilindigi gibi, insanoğlu toplumsal bir kalıntıdır; bir iletkendi dünle bugün arasında. Yapısında taşıdığı geçmişe özgü belirtilerle bu günün potasında yeni baştan biçimlenir; geleceğe yönelik yeni yeni sorumluluklar içinde varlığını sürükler.. Bu zorunluluklar iledir ki, aşağıda, olağan üstü kişilerin şaşırtıcı serüvenleri yerine, hemen herkesin çevresinde birkaç örneğini bulabileceği yalın insanlardan söz edilmiştir. Onların iyi kötü yanlarıyla yaşantımıza yön veren etkinliklerini, karanlıkta unutulmaya bırakmak neden? Yalın dekorlar içinde de olsa, kuşaktan kuşağa, belleğimizde yaşamaya hakları yok mu? Işte, bu gereksinme, bir görev yapma duygusuyla böyle birleşti... Reşit Güçkıran, başka bir deyimle, Kürt Reşit le İnce Memed'in yaşantısı arasında garip bir benzerlik vardı.. Önemli bir ayrıcalık belirliyordu bu benzerliği: İnce Memed bir öykü, bir masalda yer almış; Kürt Reşit ise,en küçük ayrıntılarına varıncaya dek birer gerçekti... Sanki her yanıyla bu güzel insani özümlemişti ince Memed... Yüz yıllardan artakalan bir kalıtım dı ortak acıları..İnsanları çok severlerdi.. Toprağı da severlerdi... "Topraksız köylü, silahsız asker gibidir"derdi, Reşit Güçkıran... Bundan ötürü, toprağa karşı duyulan tutku, bencil isteklerden arınmış olmalıydı. İnsanoğlunun önceliksiz bir hastalığı idi "BEN"... "BİZ" olmayı başaramamış kimseler, sürekli, çocukluk dönemi yaşıyor demektir... İnce Memetle Kürt Reşit, ortaklaşa kınamışlardı yılgınlığı... Yılgınlık, her türlü kötülüklere çağrıydı.. Tüm belalara aralamaktı kapıyı... İnce Memed'le Kürt Reșit'in, toplum içinde boy göstermeleri ortakenlere dayanır. Her ikisinde de, içinde yaşadıkları toplum kurallarını begenmeyen bir kişilik oluştuğunu görüyoruz. Ne ki, ayrıcalıklı etkenler onları, ayrı ayrı davranışlara itmiştir.Kürt Reşit, bu kurallara direnmekle yetinmeyip, onları zorlamış ve degiştirmek için, daha tutarlı, toplumsal bir çaba içine girmiştir.

Babam Reşit Güçkıran (1922-1969)

Tüm insanliğa ada bir yaşam, Öfkenin ve isyanın çığlığı. Reşit Güçkıran'ın bu çığlığı haykırdığı, yaşam felsefesine uygun bulduğu, inandığı ve ölene kadar da mücadele verdiği yer Türkiye Işçi Partisidir. Aşağıda anlatılanlar yalnızca anılardır. Akılda kalanlardır. Bu anıların anlatılma nedeni ise mücadele nasıl verilir, nasıl samimiyetle, çıkarsız, yalansız yaşanır, nasıl ölümüne dostluklar kurulur... İşte bunları yeni nesillere meraklısına notlar olarak aktarmaktır. Umarım gören, okuyan olur. Onlarda kendi anılarını aktarırlar. Reşit Güçkıran'ın yaşamını iki safhaya ayırmak doğru olacaktır. Birincisi, günün koşullarına göre şekillenmiştir. Ve bir zorunluluktan doğmuştur. Bu dönem onun kabadayılık dönemidir ki, gelecekteki yaşamının birçok aşamasında belirgin bir şekilde ortaya çıkar. İkinci safhası ise bir zorunluluk değil tercihtir. Ve ölünceye kadar bu tercihinin arkasında duracak, onun için kavgalar verecektir. Tabii ki sonunda hayatını verecektir. Bu onun yaşamının politik safhasıdır. Reşit Güçkıran (Kürt Reşit) beş çocuklu bir Antep ailesinin en büyük çocuğudur. Babası Memik Çerçidir. Köyleri dolaşıp eşya satar. Evde olduğu zamanlar çok azdır. Evde otorite annesi Selver'dir. Selver hanım aile içinde sözü dinlenen otorite bir Kürt kadındır. Okumamış olmasına rağmen bilgili, konuşmasını bilen ve sözü dinlenen birisidir. (Konuları aklı selim değerlendiren biri olduğunu, ileride oğlu Reşit vurulduğunda da ortaya koyacaktır. Oğlunu vuranı vurmak isteyenleri kendisi durduracak,bu olayın bir kan davasına dönüşmemesi gerektiğini söyleyerek bekli de ortaya çıkacak davayı ve olayları önleyecektir. ) Ailede okumuş insan az ol- sa da yaşadıkları zamana ve mekana göre çağdaştırlar. Düşünceleri, etnik ve dini kimliklerinin hep üstünde olmuştur. Bu durum ailesinin ve kendisinin tüm hayatına yansımıştır. Bundan dolayıdır ki mahallede birlikte yaşadıkları değişik kimliklerle olan dostlukları uzun yıllar sürmüştür. Oturdukları ev, Antep o zamanlar için dışı sayılabilecek Amerikan hastanesinin alt yamacındaki eski bir Ermeni mahallesindedir. Mahalle sakinlerinin hemen hepsi ya akraba dır ya da Alevi ailelerdir. İçlerinde az-da olsa göçmenler bulunmaktadır. ( Muhacirler) Bunlar Sclanik göçmenleridir Ama dostluklar o kadar sıcaktır ki onlar kendilerini yabancı olarak görmemişlerdir, Her kapı herkese açıktır. Kimin evinde yemek varsa o evden olmayana yemek taşınan bir mahalledir burası. Asıl adı Şah Veli Mahallesidir. Ama çoğunluğu Kürt kökenliler olduğundan dolayı burası Kürt Mahallesi olarak anılmaktadır. İşte Kürt Reşit böyle bir mahallede büyümüştür. İlkokulu bitirir. Gaziantep Lisesinde orta öğrenimine başlar. Bu dönemler insanların kaba kuvvetle daha çok iş gördüğü dönemlerdir. Çevrede de kabadayılar, külhanbeyleri ve yiğit kişiler itibar görmekte ve iş bitirmektedir. Doğal olarak okulda ve mahalledeki arkadaşlarıyla konuşulan konuların çoğu yiğitlik ve kabadayılıktır. Reşit Güçkran'ın gözü karalığı, kavgadan kaçmaması onu farklı bir yerlere taşımaya başlamıştır. Zaten akranlarına göre biraz daha iri yapılıdır. Arkadaşları arasında ilk göze batan o olmaktadır. Artık ceketini omzuna atmakta ve cebinde çakısı eksik olmamaktadır. Kendisine biçtiği bu yaşam tarzından dolayı okulu da iyice boşlamıştır. Annesinden ve Hasan dayısından çekinmese çoktan okulu terk edecektir. Aile içinde Hasan dayısını çok sevmekte ve saymaktadır. Hayatı boyunca yalnız onun ölümün- de ağlamıştır. Ve sonuçta devamsızlıktan okulda kalma tehlikesi ortaya çıkmıştır. Ama öğretmeni Cemile Koral devreye girer, devamsızlığı göz ardı ederler. Ancak okula devamına bunlar çözüm olmaz. Artık ip kopmuş kabadayılık iyice ağır basmaya başlamıştır. Kabadayılığın tüm gerekliliklerini yerine getirmeye başlamıştır. çevresinde oluşan arkadaş grubunu da buna göre seçer. Ve tabi ki arkadaşlarının birçoğu Kürtlerdir ve güvenebileceği kişilerdir. Arkadaşları Kürt Abdullah, Kara Cemal ve Kürt Vakkas' la gizlice pavyonlara gider, adını duydukları kabadayıların mekanlarında boy göstermeye başlarlar. Bugünlerde belki de tam dönüm noktası sayılabilecek bir olay olur. Akşama doğru Kırkayak semtinde arkadaşları ile dolaşırken okuldan çıkan çocuklarla karşılaşır. O dönem Antep'in tanınmış ailelerinden birinin oğlu okuldan eve dönmemiştir. Onu aramaktadırlar. Bir iki kişiye sorup soruşturulduğunda kaybolan çocuğun adı kötü anılan birisi tarafindan, o zamanlar insanların gitmeye çekindiği ve ağaçlık bir semt olan Dutluk a doğru götürüldüğünü öğrenir. Oraya gidilmesi pek hoş bir şey degildır. Olay midesini bulandırır. Koşarak peşinden gider ve Düztepe'nin arkasında onlara ulaşır, Adamla kavga ederler. Adamı hafifçe yaralar. Çocuğu alır evine getirir. Antep hemen bu haberle çalkalanır. Olayı duymayan kalmamıştır. Artık kabadayılığı, yiğitliği biraz daha perçinlenmiştir. (O aile yıllar yılı ona ve ailesine saygılarını, sevgilerini, iyiliklerini esirgememişlerdir.) O dönem şehrin gece hayatı çok renklidir. İstanbul gecelerini aratmayacak kadar yoğundur. (çevre illerin birçoğu bunun için Gaziantep'e gelmektedir. ) Sehirde gazino,saz adi verilen bar ve pavyon sayısı oldukça çoktur. Tanınmış birçok sanatçısı sahnelerde boy göstermektedir. (Mualla Gökçay , Münir Nurettin, Mualla Mukadder vs.) Kürt Reşit ve arkadaşları (Kürt Vakkas, Kara Cemal, Kürt Abdullah) buralara takılıyorlar ve bu mekanlarda itibar görüyorlardı. Buralar artık ondan ve arkadaşlarından sorulmaktadır. Dördü birden mahalleden çıkıp merkeze doğru yürüdüklerinde karşılaştıkları herkes onlarda saygı ve selamlarını esirgemiyordu. Onlar, yoksul mahallenin yoksul gençleriydiler. Ancak haraç almıyorlar, kimseye satamıyorlardı. Ahlaki konularda hiç mi hiç şakaları yoktu. Yapmıyorlar, yapanı da racona göre affetmiyorlardı. Çevreleri genişliyordu.Genişleyen çevreleri sayesinde bazı anlaşmazlıkların çözülmesinde yardımları isteniyordu. Onlar da yolunca yordamınca bu anlaşmazlıkları çözümlüyorlardı. Meclis adamıydılar, örf adet biliyorlardı. Saygılıydılar. Artık Kürt Reşit ve arkadaşlarinı tanımayan yoktu. Biraz çekinilen, saygı du- yulan yiğit biriydi. Okul defteri tamamen kapanmişti. Artık pavyonlar,sazlar ve genelev, hayatının büyük bir bölümünü oluşturuyordu. Kürt Reşit'in hayatinda, üç dört yıl hzla bu şekilde geçer. Bu geçen süre zarfin da yaptıkları halen şu gün olmuş efsane gibi anlatılmaktadır. Bu arada annesinin isteğiyle akraba kızı Zöhre ile nişanlanır. Belki de gelecekte hayata gözlerini kapatmasında etken olacak olay bugünlerde yaşanır. Mahalle kahvesinde otururken koşarak biri gelir. "Reşit Ağa kayınbiraderin Hüseyin'i dövüyorlar" der. Fırlayıp kavga yerine gider. Hem akrabası hem kaynı olan Hüseyin dayak yemektedir. Hemen araya girer. Adama birkaç tokat atar. Adam biçak çıkarınca bıçağı elinden alıp sapından kırıp atar. Hüseyini yerden kaldırırken adam yerden bıçağı alır, kırık bıçağın ucuyla saldırır ve sırtına saplar. Olayı gören mahalleli yetişip hastaneye kaldırırlar. O zamanlar tek doktor, Operatör Mecit Barlas'tir. Kürt Reşit'i ameliyata alır. Bıçak sağ böbreği parçalamıştır. Amcliyat esnasında tam uyuşmaz Ancak acilen ameliyat olması gerckmektcdir, Onun için yarı uyur yarı uyanık bir halde ameliyat tamamlanır. Ve Reşit Güçkıran artık tek böbreklidir. (ileride bu tek böbrek büyük sorun olacaktır). İyileştikten sonra herkes durulacağını bekler ama beklenen olmaz. Yoluna kabadayılıkla devam etmekten yanadır. Öyle de olur. Çünkü onun için kabadayılık bir yaşam biçimi olmuştur. Ve bir tercihtir. Içki alemleri. pavyonlar, sazlar onu beklemektedir. Bu siralarda Antep genelevinin güzel patronlarından olan Pembe'yi dost tutmuştur. O günlerde dost tutmak kabadayılığın şanındandır. Sanki kabadayılığın bir üst mertebesidir. Ev hayatinı iyice unutmus, geceleri Pembe'nin yanında yatar olmuştur.Pembe'nin Antepte çözemeyeceği iş, kaldıramayacağı taş yok gibidir.Pembe Amerikan Hastanesinin arkasında bir ev tutunca orada kalmaya başlar. Kim kendisini ararsa bilirler ki Pembe'nin evindedir, gerçekten de orada bulurlar. Gaziantep ve çevresinde ticaret çoğunlukla Suriye ve civarından kaçak mal getirip satmaktan ibarettir. Dedo dayısı da atla Halep'ten kaçak mal getirip satmaktadır. Bir keresinde yakalanır ve tutuklanır. "Dayım hapishaneye dayanamaz onu orada yatırmam" der, devreye Pembe de girer. Tutuksuz yargılanmak üzere çıkarırlar. Bir gün Pembeye askıntı olan birini genelevden kovarlar. Adam bir iki hafta sonra genelev yakınında boğazı kesilmiş halde bulunur. Adamın ailesi ondan şüphelenip ihbar eder. Tutuklanır. Aklanıp salıverirler. Sonra gerçek suçlu yakalanır. Hapishaneye konur. Ancak bu aklanma ve salıverme içlerine sinmez. Bu meselenin Çözümünü kendilerince halletme ihtiyacı duyarlar. Asıl suçlunun vurulması gerekmektedir. Karar budur. Işin yapılması Kara Cemal'e verilir. Kara Cemal hapishaneye gider. Vuracağı kişinin ziyaretçisi gibi davranır. Adamı ziyaret yerinde vurur ve kaçar. Ancak adam yaralanmıştır. Olayı duyan herkes işi Kürt Reşit' in yaptiğını söyler. Ancak birçok kişi de onun yapmadığını anlamıştır. Çünkü "o yapsaydı, yaralı bırakmazdı, öldürürdü" derler. Reşit Güçkıran'a güven ve bağlılık o kadar fazladır ki Kara Cemal bu olaydan dolayı Kürt Reşit'e karşı sanki görevini yerine getirememiş gibi hisse kapılmıştır. O sırada Kürt Reşit kahvehane dedir. Kara Cemal geldiğinde bozuntuya vermez. "Haydi bunu kutlayalım, hesaplar benden" diyerek arkadaşlarıyla birlikte pavyona giderler. Bu arada bir yazlık kahvehane açar. Bir gün kahvehaneye şehirden olmayan birileri gelir. Kahvede bu- lunanlarla sohbet eder, giderler. Sonraki birkaç günde tekrar gelirler. Aslında neden geldikleri ve kimin için geldikleri bellidir. Ve Kürt Reşit'i sorarlar. Ancak o sırada kendisi kahvede yoktur. Kahveye Reşit'e verilmek üzere bir paket bırakırlar, daha sonra geleceklerini söyleyip giderler. Kürt reşit kahveye geldiginde paketin içinde para olduğunu görünce çok kızar.Ve adamları beklemeye başlar. Sonunda adamlar gelir ve kendisine bir teklifte bulunurlar. Şehirde bir doktor vardır. Devlet düşmanıdır. Komünisttir. Moskof hayranıdır, namus filan bilmemektedir, Rusya' dan para almaktadır. Ortadan kaldırnlması gerekmektedir. Hem bu iş paşanın (Ismet Pasa) istegidir. Yüklü de bir para vereceklerdir. Hem de memleket işidir."düsüneyim" der. Doktorun adini duymuştur. Amerikan Hastanesinden Balıklı'ya (şehir merkezine ) doğru inerken muayenehanesi vardır. Alınan böbreğinin yerinde bir sızı olduğunu söyleyerek doktorun yerine gider.Öncelikle doktoru bir görmek ve tanımak ister. Doktor da kendisinin adını duymuştur. Muayene sonrası oradan buradan sohbet ederler. Sohbet kovulaşır. Doktor kontrol için yeniden gelmesini ister. Birkaç kez daha görüşürler. Yapılan sohbetler uzamaya başlar. Doktor hakkında söylenenler hakkında çelişkiye düşmüştür. Adam iyi biridir. O da kendisi gibi fa- kirleri, isçileri düşünmektedir. Doktor görüştükleri süre zarfinda duymadiğı şeyleri anlatmış, hiç düşünmediği şeylerden bahsetmiştir. Kendisine vapılan teklifi reddeder. Kafası karışmıştır. Aslında paraya ihtiyacı vardır. Nişanlanalı 7 yıl olmuştur. Ama düğün yapacak parası yoktur cebinde. Ve nişanlısı Zöhre'yi kaçırır (aslında Zöhre'yi kendisine vermeme durumu yoktur, ama nedense yine de kaçırır Zöhre'yi). Pazarcık ilçesine bağlı halasınin köyü Tilkiler'e götürür. Ufkunu açacak ikinci olay orada gerçekleşir. Köyün öğretmeni öğrencilerle anlaşamamaktadır. Öğretmen Kürtçe bilmez, öğrenciler Türkçe. Rica ederler o da derslere girer. Derslerde öğretmen ve örgenciler arasında tercümanlık yapar. Köy Enstitüsünde yetişme öğretmenle üç ay arkadaşlık eder. Bu sayede tekrar kitap okuma alışkanlığı kazanmiştır. Her șeyin kabadayılık olmadığını, farklı bir Türkiye'yi ve farklı yaşaması gerektigini görmüştür. Hayatını sorgulamaya başlar. Dünyanın yalnızca kendilerinin etrafindan dönmcdiğini görür. Antep'teki doktoru düşünür. Öğretmenle doktor aynı şeyleri söylemektedir. Bundan sonra yaşantisı aynı olmayacaktır. Antep'e döndükten sonra arkadaşları onu beklemektedir. Ancak bilinmeyen bir nedenle kahvehanesinde yangın çıkar. Yine işsiz kalmıştır. Pembe onu kaybetmemek için ona bir ev alp, iki evli gibi yaşamasını ister. Kabul etmez. Bir müddet sonra geneleve yeni gelen Sevim le yaşamaya başlar. Bu iliski Sevim'in Adana ya gidişine kadar sürer. Yaşamında bir seylerin değiştiğini hem kendisi hem çevresi farkındadır. Bu dönem de gece hayati avnen sürse de gündüzleri merhabasının bulunduğu Terzi Süleyman Ceyleli, Terzi Mahir ve Terzi Galip Ustanın (Galip Mükerrem Ataç) dükkanlarına sık gidip gelmeye başlar. Özellikle Galip ustanın bilgisinden çok faydalanır. Galip Usta onun yaşamına yeni sayfa açmasında etken olacaktır. Gün geçtikçe arkadas çevresi değişmekte, farklı bir şekilde genişlemektedir. Yavaş yavaş akşamlarını da bu dostlarla geçirmeye başlar. İçki içilecekse de bu dostlarla içer. Bu dostlar ona okuması için kitap, dergi ve her türlü dokümanı vermektedirler. İnanılmaz hızla da kitap okumaktadır. Artık evinde sol kitaplardan oluşan hatırı sayılır bir kitaplığı vardır Bu dostlarının yol göstermesiyle biraz da evde çekilen parasızlığın baskısıyla iş aramaya başlar. Önünde iki farklı yol vardır. Birlikte gitmeyeceğini anlamıştır. İnsan çalışmalı ve üretmelidir. Aranılan iş Nafia'da (YSE) bulunur. Başvurusu kabul edilir. Artık eli bıçak yerine anahtar, pense, kaynak tutacaktır. Hiç emir almamış insan bir ustabaşından emir alacaktır. Değişime hazırdır. Bundan hiçbir şekilde, hiçbir zaman gocunmamıştır. Kısa zamanda bu değişime ayak uydurur. Atölyenin her şeyini öğrenir. Bu işi yapacak ve en iyisini yapacaktır. Geceleri siyasi kitapların yanında atölyeden getirdiği dokümanları, kullanım klavuzlarını da okumaktadır. Kısa bir sürede bütün iş makinelerini kullanmayı, tamir ctmeyi öğrenir. Köylere yol yapmaya, yol açmaya gitmcktedir. İşçi ve köylü kesimin yaşantını daha bilinçli gözlemleycbilmcktedir. Her an onlarla iç içedir. Ve onların içinde bulundukları çaresizliklerin çözümünde artık bilmektedir. Artık tamamıyla sol hareketin içindedir. özellikle Galip Usta ve Hasan Bayaz sayesinde sol hareketi ve sendikacılığı iyice kavrar, İstanbul, Ankara ve Adana'ya seyahatler yapar. Orada yeni dostlarla tanışır. Galip Usta ile başlayan çevre ve düşün değişimi hızla gelişmektedir. Yoksulluğa, sömürüye olan hırs hepsinin yolunu bir yerde kesiştirmektedir. Kesişme noktası yoksulun, ezilenlerin yanıdır. Terzi Ibrahim Poyraz, Güner Samlı, Hasan Bozkurt, Vedat Kutlar, Hasan Bayaz, Nusret Idemen, Kaynakçı Mehmet, Capalılı Hamdoş, Kitapçı Zeki Keskin, Doktor Saib Atay, Nuri Mermer, Ökkeş Sevim, Tabelacı Muharrem Arıca, Ahmet Top, Zülfikar Tiğrek, Tüfckçi Celal Gözükızil, Ömer Bilge, Hayri Kurtgözü, Mustafa Demirpençe, Kadir Yaşargün, İlhami Biner, Arzuhalci Baki Çelikel ve daha isimlerini yazamadığımız yüzlercesi. Hepsi bu noktada buluşur. Artık önünde yepyeni bir hayat vardır. Büyük saygı duyulan kabadayı Kürt Reşit, saygı duyulan, dinlenen solcu Reşit olmuştur. Değişim çok buyüktür. Artık her ev, her merhaba bir propagandaya dönüşür. Herkes, her yeri, bulunduğu her ortamı miting alanına çevirmektedir. 1960 öncesidir. Baskı çoktur. Ama yılmazlar. O sırada büyük bir ihtimalle Galip Usta tarafindan kaleme alınan ilk bildirileri dağıtırlar. Kimse böyle bir çıkış beklememektedir. Halk da polis de şaşkındır. Terziler, kaynakçılar, eski kabadayılar bildiri dağıtmaktadır. Onu böyle günlerde mahalleli arkadaşları yalnız bırakmazlar. Ellerinden geldiğince çalışmalara katılırlar. Ve gönüllü korumalık yaparlar (tüm kabadayı arkadaşları ömürlerinin sonuna kadar sol düşünceyi bırakmamıştır.) Kürt Reşit ve partiyi hiçbir mitingde yalnız bırakmayacaklardır. Bu arada ilk defa siyasi kimliğiyle emniyete alınır. Kabadayılığına karışmadıklarını ama bu işlere bulaşmaması gerektigi uygun bir dille (tehditlerle) kendisine söylenir ve serbest bırakılır. Çalışmalar, toplantılar, hızla sürüp giderken darbe olur. Ve bir süre sonra parti kurulacağı yayılır. Bu işçinin köylünün partisi olacaktır. Türkiye deki herkes gibi Antep solcuları da artık partiyi beklemektedir. Bu arada tüm Türkiye'deki çalışmaları takip ediyorlar ve haber alıyorlardı. Sürekli İstanbul, Ankara, Antep arasında mekik dokuyorlardı. Parti çalışmalarına katılmak, insanları yüreklendirmek için Ahmet Top ve Adana'dan Mehmet Emin Yıldırim ile Ankara'ya giderler. Yapı-Iș'te geç sa- atlere kadar tartışırlar. Başkanlığa Mchmet Ali Aybar düşünülmektedir.Ancak Aybar çok istekli değildir. İstanbul'a geçerler. Yine toplantılar,tartişmalar sonucunda M. Ali Aybar'a karar verilir. Ahmet Top, M. Emin Yildırım, Ibrahim Çetkin, Rahmi Eşsizhan ile gece yarısı Mehmet Ali Aybar'ın evinc gitmeye karar verirler. Evin, yalnızca Bebek'te olduğunu biliyorlardır. Onun için Bebck Karakolundan yardım isterler. Polis ve bekçi eşliginde gittikleri evinde M. Ali Aybar'ı başkan olması için ikna ctmeye çalışırlar. Aybar düşüncelerini söyler ve daha sonra Türkiye Işçi Partisi'nin başkanı olur. TIPin kurucuları arasında kimler yoktur ki aydını, köylüsü, işçisi, toplumun her kesimi parti içinde bulunmaktadır. Devamlı Ankara İstanbul arasinda gidip gelmelerinde Türkiye'nin aydın kesimiyle tanışıyordu. Rıza Kuas, Şaban Erik, Sadun Aren, Cenan Biçakçı, Şükran Kurdakul, Yaşar Kemal, Doğan Avcioğlu, Kemal Burkay, Yusuf Ziya Bahadınlı, Tarık Ziya Ekinci, Kemal Nebioğlu gibi isimlerle dostluklar kuruyordu. Bu dost- luklar yıllarca sürecektir. Reşit Güçkıran Antep teki geçmişinden dolayı partiyc zarar gelmeme- si için resmi olarak partide yer almaz. Artık Türkiye İşçi Partisi vardır (13.02.1961). Parti giderleri için tüm masraflar ortak toplanan paralardan yapılıyordu. Her sey kısıtlıydı. Destek veren çoktu. Ama herkes bu komünist (TIP partisine üye olmaktan da çekiniyordu. Bir araçları olsa köyleri gezip propaganda yapacaklardı. Bunun için üç arkadaş para koyup eski bir Amerikan cipini partiye hediye ettiler. Seçimlere dört yıl vardı. Ama durmak zamanı değildi. Rakipleri vardı, iftiralar vardı. Halka çok şey anlatmak gerekiyordu. Bu dönem Nafia'da (YSE) atölyeden Greyder operatörlüğüne geçer. Köylere yol yapım işlerine çıkmaktadır. Köylerde yol yaparken propaganda yapması da kolay olur. Bu şekilde artık gününün çoğunu parti çalışmalarına vermektedir. Arkadaşları ile birlikte diğer şehirlerdeki partinin kuruluş çalışmalarına katılıyorlardı. Gittikleri her yerde propagandalarını yapıyorlar, hiç tanıdıkları olmayan bir bölgede tıraş olmak için girdikleri berberi il veya ilçe başkanı yapıp çıkıyorlardı. Mahallesindeki her birey kendi köyünü ve etrafindaki dört beş köyü örgütlemek için köylere dağılıyor, kendi çapında anladığı kadarıyla çalıştığı müddetçe izin problemi de olmaz. TIPi, sosyalizmi anlatmaya çalışıyordu.Kör Aptiler, Çekemoğulları, Burhanlar, Turanlar, hepsi birer örgüt- lenme uzmanı gibi dağ taş dolanıp duruyorlardı. Kış günlerinde çıktıkları çalışmalardan arabaları ve kendileri çamura batmış olarak dönüyorlar, kaza geçiriyorlar, mahsur kalıyorlar ama hiçbir şey onları yıldırmıyordu. Partililerin ana işi, partiyi güçlendirmekti. Hatta cenaze ve düğün yerleri bile propağanda aracı oluyordu. Bu arada ev polisler tarafindan sürekli basılıyor, her defasında kardeşinin okul kitaplarına, Fransız arkadaşının mektuplarına kadar her şey toplanıp götürülüyordu. Bu güzel insanlar o kadar güzel ilişki kuruyorlardı ki varlıklı köy ağaları bile bu mücadelede yer alıyorlardı. Adyamanda Abuzer Tanrrveri Ağa eski bir sosyalist Çapalı Köyü Agası Hasan Bayaz, kapalı çarşıda halı tüccarı Nuri Mermer gibi.. bu çalışmaları sürüp giderken Kürt Reşit bir köy yolunun vapımında çalışırken greyder devrilir. Köylüler tarafından Antep'e getirilir. çok kan kaybetmiştir. Yüzü parçalanmıştır. Doktor yine Mecit Barlas' tır. Hemen ameliyata alır. Yine tam uyuşturulamamıştır. Yüzüne dikiş atarken acıdan dolayı in ler. Mecit Bey sert bir sesle "seni uyutmadan tek böbreğini aldım, , o zaman sesin çıkmadı, buna mı dayanamayacaksan Resit Ağa" diye azarlar. Üç ay evde yatacak, tam konuşamayacak, ağızdan sıvı yiyeyeceklerle beslenecektir. Bunu da atlatır. İşine ve parti çalışmalarına döner. 1962 yılında tüm Nafia çalışanlarını örgütler. 1 Mayıs'ta işçilerle birlikte piknik yaparlar. Hakkında soruşturma açılır. Siyasi anlamda genelde bir rahatlık var gibi görünse de öyle değildir. Üzerlerinde ağır baskılar vardır. Güner Sam- lı, Nusret Idemen, Kaynakçı Mehmet ile beraber komünizm propagandası yapmak suçlamasıyla tutuklanır. Mahkemeleri yedi ay devam eder. Herkes komünizmden korkmaktadır. Kayınbiraderleri bile hapishanede ziyaretlerine gelmezler. Tüm şehirde Rusya'dan para aldıkları, evlerinin altında tüneller çıktiğı, Rusya'nın onları helikopterle kaçıracağı gibi komik söylentiler dolaşmaktadır. Beraat ederler. Bu yedi ay boyunca ailelerine ve kendilerine arkadaşları destek olurlar. Bu sirada Behice Boran da örgütlenme çalışmalarına yardımcı olmak için Antep'e gelir. Biraz parasızlıktan biraz da Antep misafirperverliğinden dolayı Mustafa ve Sevim Demirpençe kardeşlerin evine misafir edilir. Bu arada işinden atılmıştır. Geçimini sağlayabilmesi için para lazımdır. Herkes gibi Hasan Bayaz da direkt para yardımını kabul etmeyeceğini bildiği için onu hiç sermaye koymadan çalışması karşılığı şaraphanesine ortak eder. İstanbul neredeyse ikinci evi olmuştur. Onceleri gece hayatı dolaysıyla birlikte olamadığı ailesiyle şimdi parti çalışmaları nedeniyle ayrı kalmaktadır. Komünizmle Mücadele Derneği Antep'te bir yürüyüş düzenleye- cektir (1967) parti binasına saldırılacağı haberini alırlar. Bunun üzerine üç arkadaşıyla birlikte kapının önüne oturup olabilecek bir saldırıyı engeller. Ayni günlerde tanıdığı kaçakçıların yardımıyla çok tutucu olduğu kabul cdilen Kilis' te miting düzenlerler. Tam konuşma yaparken mitinge küçük çaplı saldırı yapmak isteyenler olur. Kürsüde belinden silahını çıkarıp havaya doğrultur. Bunu gören saldırganlar kaçarlar. Bir arkadaşı "ağabey keşke iki el sıksaydın" deyince biz katil miyiz, zaten tabanca boş" diye cevaplar. Kaçakçı arkadaşlarının korumasıyla Antep'e dönerler. Hatay'da, Maraş' ta, Malatya’da yapılan tüm mitinglere katılırlar ve bu mitinglerde mahallesindeki delikanlılarla birilikte hep koruma görevini de üstlenir. Gaziantep'te o güne kadar toplanmış en büyük kalabalıkla M. Ali Aybar in, Sadun Aren'in, Çetin Altan'ın, Behice Boran'ın katılımıyla görkemli bir miting yaparlar. Tüm Antep solcuları, yaşlı, genç, çocuk, okumuşu okumamişı gece gündüz kar çamur demeden köy köy, mahalle mahalle, kahvehane kahvehane dolaşıp propaganda yapıyorlardı. (okumuşu okumamışı demiş iken bakkal Şefik'in ta Antep șivesiyle bildiği kadar yazısıyla aynen alınmış haliyle o dönem ülkeye bakışının bir kısmını not ola- rak eklemek istedim) Seçimler gelmiş çatmıştı. Saldırılara hakaretlere uğrayan, umacı gibi gösterilen komünistler ve partileri ilk sınavı vereceklerdi. Reşit Güçkıran'ın partiye olan inanmışlığnı gösteren, seçim zamanı bir olay yaşanır. Seçim günü kayınvalidesi vefat eder. Ancak o taziyeye gelenleri sandığa götürerek oy verdirir. Bütün bu çalışmaların sonucunda 1965 seçimlerinde TIP 15 milletvekili ile meclistedir. Altından zor kalkılan baskılardan sonra 15 milletvekili... Başarı anlatılamayacak kadar büyüktür. 1966 Se- nato kısmi seçimlerinde de bir senatörlük sağlayarak (Fatma Hikmet Işmen) TBMM grubunu l6 üyeye çıkarmıştır. Çetin Altan'n da aralarında olduğu bu milletvekilleri etkili bir muhalefet görev üstlenirler. Bu durum,Türkiye'de temsili demokrasinin gelişmesinde bir dönüm noktasıdır. (Burada anlatılması gereken bir olayda şudur: Bu seçimlerde Reşit Güçkıran'a bizzat M.Ali Aybar tarafından milletvekili olması önerilmiştir. Ancak kendisi Partide, mecliste kendisinden daha faydalı olabilecek kişilere ihtiyaç duyulacağını söyleyerek bu öneriyi reddetmiştir.) Bir sonraki yerel seçimlerde Terzi Süleyman Ceydeli ile birlikte Encümen üyesi (Belediye Meclis Üyesi) olurlar. Şaraphanedeki ortaklığından ayrılır. Belediye Meclisinde iki kişi olmalarına rağmen hemen her oturumda çoģunluk gibi önerileri destek görür. Belediye Başkanını yarımcisı gibidir,(Belediye Başkanı makamında olmayacağı zamanlar yerinc vekaleten Reșit Güçkıran' bırakmaktadır. Bu sebeple kendi partisinden eleştiriler alır.) Başkan her sabah makam arabasıyla Reşit Güçkıran'ın oturduğu harap Ermeni evinin önüne gelir. Evin kapısının menteşeleri kopmuştur. Kırık kapı kaldırılarak evden çıkar ve başkanla beraber giderler. Belediyede vatandaşların yapılabilecek her islerini bitirmeleri, vatandaşa yardımcı olmaları onarla duyulan saygı ve sevgiyi artırdıkça arttıriyordu. Derdi olan onlara başvuruyordu. Eve getirilen hediye üzüm ve meyve sepetleri, bal peteklerini kesinlikle kabul etmediğinden getirenler kapıya bırakıyordu. Bunlar kokuşup ya çöpe atılıyor ya da mahallenin fakirleri tarafindan gece alınıyordu. Evsiz fakirler için arsa kampanyası başlatırlar. Encümende teklifleri kabul görür. Bunun üzerine Çıksorut semtinin bulunduğu mevkide belediye arsalarını iki buçuk liradan fakirlere satarlar. Kendisinin ve kendisi gibi ailesinde birçok kişinin evi yoktur. Ancak ne kendisi ne de ailesinden birisine bu arsalardan yararlanma hakkı tanımaz. Kendisine başvuran aile yakınlarına arsa aldırtmaz. Antep'te orman yoktur. Şehir merkezindeki mesire yeri (kavaklık) sayılmazsa ağaç bile yok denecck kadar azdır. Genelde arazinin tümünde tarm yapılmaktadır. Profesör Jansen diye bir öğretmen Dülük’te bulunan antik kentteki eski eserleri incelemek ve bu bölgede ağaçlandrma yapmak için başvurur. Ve bu çalışma başlar. Bu sayede o bölgede küçük bir koru oluşturulur. Daha sonra bu koruyu büyütmek için belediye meclisinden karar çıkarılır ye bunu sonucunda Antep büyük bir ormana sahip olur.Bugün bile şehrin oksijen deposu bu ormandır. Reşit Güçkıran'ın bclediye meclisindeyken bir çalışması da İstanbul'da okuyan gençler için Suphi Ozkeçeci, Mehmet Ali Özyazıcı, Ökkeş Sevim gibi gençlerin de çabalarıyla ve belediyenin desteğiyle İstanbul' da Gaziantep Öğrenci Yurdu'nun inşaatını başlatmışlardır. Gördükleri saygı ve sevgi, yılların mücadelesi içinde, dürüst olmalarinin getirdiği sonuçtur. Solcu ve komünist tanımı onlarla değişmiştir. Solcu olmanın iyi olacağı, onlardan bir kötülük gelmeyeceği halk tarafindan kabul görmüştür. Bu durum partiye gidip gelenleri, destekleyenleri arttirmıştır. Reşit Güçkıran'ın kabadayılık döneminde duyulan saygı, solcu kimliğiyle ikiye katlanmıştır. Köklü CHPi, Menderesçi aileler bile TİP' toplantilarına geliyor, evlerine giderken bir merhaba bahanesiyle partiye uğruyorlardı. Reşit Güçkıran parti disiplinini de elden birakmıyordu. Boş konuşan, dedikodu yapan, partiyi kahvehane gibi kUllananları ve herkesten daha solcuymuş gibi provokasyon yaratanları da partiden kovuyordu. Zaten partide herkes ona saygı duyuyor, aynı zamanda da ondan çekiniyorlardı. İşte bu kovduklarından birisi daha sonraları buna benzer bir olayı bahane ederek onu canından edecekti. Geçirilen seçimden sonra 15 milletvekili çıkarmaları onların rehavete sürüklememiş aksine çalışmalarını daha da arttırmıştı. Bu arada yükselen gençlik hareketlerinin de etkisiyle çok sayıda genç arkadaş partili olmuştu. Partiye gelir amacıyla Muazzez Türüng'ün, Aşık Mahsuni'nin, Aşık İhsani'nin katıldığı konserler yapıyorlar. Kahvehane toplantıları ev çalışmaları köy yardımlaşma çalışmaları da hızla sürüp gidiyordu. Parti olarak güçlenmelerine rağmen parti içinde fikir ayrnlıkları da baş göstermeye başlamıştı. Tüm üst düzeydeki tanıdıklarıyla toplantılar yapsalar da sonuç iyi görünmüyordu. Reșit Güçkıran hep M. Ali Aybar'n fikirlerini önemsemiş, ona saygı duymuştur. Hep onun yanında yer almıştır. Parti için yapılan toplantılar dolayısıyla altı yedi ay hiç Antep'e uğramadığı zamanlar olmuştur. Ailesi yokluk içinde kıvranmasına rağmen parti her zaman önceliği olmuştur. Para sorununu çözmek için Ali Horozoğlu ve Yalçın Erboğa'nın önerisi ve desteğiyle kendi mahallelerinde ortak olarak bir yazlık sinema açar. Dostları sinemacı Nakiboglu ve Şchir Mehmet'in yardımıyla işi oturtur. Ama parti çalışmalari o kadar yoğundur ki işin başında kendisi değil arkadaşları dururlar. Bu arada belediyede de problemler vardır. Toplu taşımacılık için büyük çapta otobüs alma ihalesi yapılacaktır. Ortada mide bulandırıcı rivayetler dolaşmaktadır. Otobüslerin A firmasından alınması karşılığında kendisine rüşvet bile teklif edilir. Rüşvet teklif edenleri belediyenin koridorlarında bağıra çağıra kovar. Bütün baskılara rağmen araç alımında ağırlığını ucuzdan değil, kaliteden yana koyar. Belediye başkanının da ik- na olmasıyla ihaleyi Reşit Güçkıran'ın önerdiği firma kazanır. Yil 1969dur. İstanbul'dan o gün dönmüştür. Evde yemek yedikten sonra partiye gitmek için evden çıkar. Hazar Otelinin önünde bir silah patlar sol tarafina bükülür. Vurulmuştur. Otelin içine girmeye çalışır."sen Reşit Ağa değil misin niye kaçıyorsun" diye seslenir vuran kişi. O zaman geri döner, adamın üstüne yürür. Adam üç el daha ateş eder. Kürt Reşit vurulmuştur. Hemen hastaneye götürülür. Devlet hastanesinde amelivata alınır. Hastane önü mahşer gibidir. Antep sel olup hastaneye akmıştır. Bütün sevenleri hastane kapısında beklemcktedir. Gözlerini açtığında kız kardeşini, Hamdoşu ve Ibrahim Poyraz'ı görür. Ilk sorusu"kim vurdu beni" olur. Söylerler avcı avdan kötü" der. Kendisini vuran Partiden kovduğu Hüseyin Çeliksoydur. Akıl hastası raporu vardır. Daha önceleri de birçok vukuatı bulunmaktadır. Hüseyin Çeliksoy bir süre önce işçi olarak gittiği Batı Almanya'dan "psikopattır, sosyal düzen için zararlı ve tehlikelidir" teşhis ve gerekçesiyle sinır dişı cdilerek Türkiye ye iade edilmiştir. Vurulması yalnız Gaziantep'te değil ülkenin birçok yerinde ses getirir. Haberi duyduğu ikinci gün Mehmet Ali Aybar yola çıkmış, Adana üzerinden Antep'e geliyordur. Aybar'n geldiği söylendiğinde sakal tıraşı olmak ister. O durumda dahi Genel Başkanın karşısına traşsız çıkmak istemez. Ama Aybar'ı göremez. Mehmet Ali Aybar ancak cenaze töreninc yetişecektir. Kurşunlardan biri tek böbreğini de parçalamıştır. Üre kana karışır,akciğer embolisi olur ,doktorlar o günün teknolojisiyle ellerinden geleni yaparlar ama gözlerini çok sevdiği arkadaşlarının arasında hayata yumar. Haber hastane kapısındakilere ulaştığında öldüğüne kimse inanmak istemez. Koca koca adamlar hastane kapısnda hüngür hüngür ağlamaktadır. Antep kahraman evladının ardından gözyaşı dökmektedir. Antep en kalabalık cenaze törenine hazırlanır. O zamana kadar böyle kalabalık görünmüş şey değildir.O gün Aybar'ı görenler Reşit Güçkıran'n başında hıçkıra hıçkıra ağladığını anlatacaklarıdır. Ölümünden sonra, kurduğu dostlukların ne kadar büyük ve kırılmaz olduğu kanıtlanacaktır. Dostları ölümünden sonra hiçbir zaman ailesini yalnız bırakmadılar. Aradan geçen uzun zamana rağmen bu sıcak ilişkiler halen devam etmektedir. Yokluk içindeki ailenin yıllık zahiresini ölene kadar Doktor Saib Atay göndermiştir. Sigortadaki memur arkadaşlarının ilgilenmeleri sonucunda ailesine SSK aylığı bağlandı. Unutulmaz dostlar- dan Muharrem Arca ve Mehmet Arnca aileye bir arsa verdiler. Bu arsaya yapılacak olan evin temeli Ibrahim Poyraz ve eșinin önderliğinde kazıldı. Hiç tanımadıklarn birileri briket gönderdi. Birileri pencerelerini yaptı. Böyle yoğun bir çalışma sonunda dostlar Kürt Reşit'in ailesine bir ev kurdular. Başları ne zaman sıkışsa bir yerlerden bir eski arkadaş çıkıp yardım elini uzatti. Hiçbiri ne bir para ne bir teşekkür bekledi. Evin sivasını yapan fakir bir ustaya para teklif edildiğinde "ayıp ayıp Reşit Ağanın evi değil mi burası" diye kızarak parayı reddetti. Antep solcuları hayallerindeki komünü birbirlerine olan güvenden, saygı ve sevgiden oluşturarak kurmuşlardı. Bu komün o kuşağın son ferdi ölene kadar sürecektir. Bugün bile o kuşaktan biriyle yolda karşılaşılsa ailenin hal ve hatırı sorulur. Ondan gördükleri iyilikle anlatılır, yiğitliğinden bahsedilir. Anlatılırken duygulanilır ve gözler nemlenir. Nemlenen o gözlerden o saygı ve sevginin hala yaşadığı görülür. O dostluklar sayesinde bu aile ayakta kalabilmiş hayata tutunabilmiştir. Bunca dostluk nasıl oluşturulmus, nasıl kalıcı olmuş, böylesine uzun sürmüş anlamak gerçekten çok Zordur.


Basında

Fevzi Kavuk ölmüş

Fevzi Kavuk'un adı bir simgedir; altmışlı yılların sosyalist mücadelelerinde mütevazı ama yerinde sağlam duran bir kişiliktir: Bir"nirengi" gibi bir şeydir Fevzi Kavuk'un ölüm haberini gazetelerde okudum. Onun ölümü üstüne yazı yazması beklenecek kişi ben değilim. Çünkü her nedense ve her nasılsa onunla hiç tanışmadık. Fevzi Kavuk denince insanın aklına Bursa'nın Müşküle köyü gelirdi. Oraya gitmek de bana hiç nasip olmadı - belki yolum düşmüş olsa Fevzi Kavuk'la da tanışabilirdim. Tanımadığım, son yıllarında ne yaptığını bilmediğim Fevzi Kavuk'un ölüm haberini alınca içimden oturup böyle bir yazı yazmak geldi. Bunda, şu yaşadığımız günlerde Türkiye'deki -hattâ dünyadaki -"güncel" denecek olayların sevimsizliği de rol oynuyor olabilir; ama bundan önemlisi Fevzi Kavuk adının zihnimde bir "simge" olarak yer etmiş olması. Yaşım gelip de ilk kez oy kullanabildiğim seçim 1965 seçimiydi. Oyumu Türkiye İşçi Partisi'ne vermiştim. Benim sosyalist olmamla İşçi Partisi'nin de Türkiye siyasetine girmesi eşzamanlıdır. Böylece oy kullandığım ilk seçimde kazanmasını gerçekten istediğim (ama tabii beklemediğim) partiye oy vermiş oldum. 1969'da çok daha azalmış bir beklentiyle, bunu bir daha yaptım. O zamandan beri, her seçimde,"varolan koşullarda kötünün en iyisi x olabilir" diye hesap yapıp öyle oy kullandım. "Bağlılık" duyduğum bir parti olmadı - ya da hiç oy vermedim. Benim bağlılık duyduğum, 1965'te genel seçime giren ve ("milli bakiye" denen seçim sistemi sayesinde) on beş milletvekili çıkaran TİP ilk ciddi kongresini 1964'te yapmıştı. Orada seçilen Genel Yönetim Kurulu üyeleri arasında Fevzi Kavuk'un bulunmadığını hatırlıyorum, ama yanılmıyorsam 1965'te milletvekili adayıydı. 1967'de, Malatya Kongresi'nde GYK üyeliğine seçildi. TİP'in ünlü yüzde elli bir, yüzde kırk dokuz, "emekçi/aydın" kotaları vardı ve Fevzi Kavuk, bir "köylü"olarak, "emek kotası"nda yer alıyordu. 1967 Kongresi'nde MDD kavgası başlamıştı. TİP'in geri kalan ömründe de sürdü. 1969'daki üçüncü kongrede bu gene vardı ama Sovyetler Birliği'nin (Varşova Paktı peleriniyle) Çekoslovakya'yı işgal etmesi bütün sorunları gölgede bırakmıştı. Kongre'yi Aybar'ı destekleyenler kazanırken Fevzi Kavuk da onlardan biri olarak yeniden seçildi Genel Yönetim Kurulu'na. Bu kongre parti içindeki anlaşmazlıkları bitirmedi ve Kongre'nin üstünden bir yıl geçmeden Aybar partiden istifa etti. Bundan sonra ve 12 Mart'tan önce - TİP bir kongre daha yapabildi. Orada da Fevzi Kavuk seçildi. Yönetim Kurulları'na "emekçi kesim"den seçilen Fevzi Kavuk bütün bu "teorik"tartışmalarda ağzı laf yapan biri değildi. Bilindiği gibi, sosyalizmi benimsemesinde Nâzım Hikmet etkili olmuştu. Sosyalizmi ondan dinledikleriyle benimsedikten yıllar sonra Türkiye İşçi Partisi adında bir parti kurulunca hemen kaydolmuştu bu partiye. Ama şimdi hayal meyal hatırladığıma göre Aybar'ı ve bazı başka TİP'lileri bundan önce de tanımıştı. Çünkü o yıllarda Müşküle köyünü hep işitir, kendi gözümüzle görmüş olmasak da bir "sosyalist" köy olarak bilirdik. Bunu gerçekleştiren de tabii Fevzi Kavuk'tu. Kongrelerde teorik konuşma yapmazdı ama yerel ölçekte kiminle neyi nasıl konuşacağını bilen biriydi. Ayrıca, kendi hayatı, savunduğu düşünceye inandırıcılık kazandıran bir hayattı.  TİP'li olarak geçen hayatında Fevzi Kavuk pusula olarak Mehmet Ali Aybar'ı benimsemişti. Aybar'ın çeşitli yerlerde böyle ondan şaşmayan taraftarları vardı. Bunları yazarken şimdi aklıma Gaziantep'ten Reşit Güçkıran geliyor örneğin... Evet, Fevzi Kavuk'un kendisini tanımadım, ama, dediğim gibi, adı bir simgedir; altmışlı yılların sosyalist mücadelelerinde mütevazı ama yerinde sağlam duran bir kişiliktir: Bir "nirengi" gibi bir şeydir. Onun için de, ölüm haberi, onu tanımayanda bile, bir burukluk yaratıyor.

Murat Belge

Yunus Koçak'ın Yalan İfade Düzenlemesi

Genel Merkez tarafından soruşturma yapmakla görevlendirilen kimi partililerin yanlı hareket ettikleri görülmüştü. Yunus Koçak'ın; yukarıda açıklanan, Ankara il başkanlığı, Niyazi Ağırnaslı'nın onun yerine il başkanlığına getirilmesi, benim de il sekreteri olmam, onun, il çalışmalarına zorluklar çıkarması ve giderek aramızda sürtüşmelerin meydana gelmesi nedeniyle gerçekdışı kimi anlatımlar düzenlediği ve bunları sahibine okumadan ve okutmadan imza ettirdiği anlaşılmıştı. Örneğin Gaziantep İl Başkanı olan Reşit Güçkıran (Kürt Reşit) ifadesine başvurulanlar arasındaydı ve ifadesini Yunus Koçak almıştı. Soruşturma bittikten sonra, ifadesinde aleyhimize gerçek dışı anlatımlarda bulunduğu görülmüştü. Oysa Reşit Güçkıran dürüst bir kişiydi, yalan söylemesi beklenemezdi; bu nedenle anlatımını şaşkınlıkla karşılamıştık. Üstelik Gaziantep'te hakkında komünizm propagandası yapmak suçundan ötürü kamu davası açılmış ve tutuklanmıştı. Ankara'dan Gaziantep'e giderek kendisini savunmuş, tahliyesini sağlamıştım ve beraat kararı almıştım. Eşim Şekibe, kendisini partide görünce, birçok partilinin önünde ona: "Reşit, sen de erkek adamsın, değil mi? Sen, alçak 95 yalancının, namussuzun birisin," diye ona hakaret etmişti. Reşit Güçkıran da Şekibe'ye: "Abla, bunu başka birisi söylese, ona tabancayla cevap verirdim" demiş ve öfkelenmişti. Şekibe, kendisine ifadesinden söz edince: "Ben, böyle bir ifade vermedim; Yunus Koçak yazdı, ben de güvenerek imza attım" diye bağırarak yerinden fırlamış ve Yunus Koçak'ı dövmek için yazıhanesine gitmişti.

Halit Çelenk

1960'lı yılların Türkiye İşçi Partisi ne güzel bir çatıydı! Toplumun tüm renkleri o çatının altında toplanmıştı. "Bin çiçekli bir bahçe"deydik sanki! Emekçi sınıf ve katmanların buluştuğu çok büyük bir aile idik. İşçiler, yoksul köylüler, küçük esnaf, kamu çalışanları, sendikacılar, öğretmenler, aydınlar, sanatçılar, öğrenciler vardı o çatının altında. Her soydan, her inanç öbeğinden insanlarla bir aradaydık. Tüm kimliklerle kardeştik. "İmam Naci"miz (Naci Eren) vardı örneğin."Kaloriferci Abbas"ımız (Abbas Uğurlu) vardı. Köylü önderimiz, sosyalist muhtarımız Fevzi Kavuk'umuz vardı. Antepli "Azap Ali'nin oğlu Hamdoş"umuz (Hamdi Doğan) ve"Kürt Reşit"imiz (Reşit Güçkıran) vardı."Din farkı bilmeyiz, dil farkı bilmeyiz / Sanki doğduk bir anadan"dediğimiz günlerdeydik…

Atilla Aşut

Onun kaleme aldığı "Gemileri Yakmak" romanı bunlardan biridir ve 196OT1 yıllarda TİP'te birlikte çalıştıkları ve 1969'da hain bir saldırıda hayatını kaybeden Antep işçi önderlerinden Reşit Güçkıran'ın yaşamını konu edinmektedir. Kitabın sonundaki tarihten 1976'da bu romanı bitirdiği anlaşılan yazarın, 1990'larda Yeni Dünya Yayınları'nca yayımlatabildiği, 2. baskısının da Kasım 2000'de Gelenek Yayınları'nca gerçekleştirildiği görülmektedir. Romana ilişkin söylenenlere gelince, Hasan İzzettin Dinamo şunu yazıyor: "Yusuf Ziya Bahadınlı, ‘Gemileri Yakmak'ta, Türk işçi sınıfına, işçi ile burjuvazinin ya da ağaların, ulusal kurtuluş savaşında birbirlerine karşı aldıkları düşmanca durumu anlatarak, onların çocukları ile torunlarının bugünkü Türkiye'nin nimetlerinden ne biçim pay aldıklarını göstermektedir." Yazarın yoldaşı şair Mesut Odman ise şöyle diyor: "Roman, Memo'nun mücadele arkadaşlarından Ali Naki'yi, parti görevi ile gittiği An230kara'dan Antep'e dönüş yolunda yakalayarak başlıyor. Hızla, telaşla. Aynı hızla elli yıllık bir zaman kesiti içinde ama Antep'ten pek uzaklaşmadan sık sık başvurulan geriye dönüşlerle sürüp gidiyor. Yazar değişik zamanlarda, değişik yerlerde pek çok çekim elde etmiş; bunları bir çeşit kurgulama (montaj) ile bir araya getirmiş. Bu nedenle bir solukta okunuyor kitap." (Arka kapaktan) "Gemileri Yakmak", 38 bölüm olarak sayılarla kurgulanmış olup, Mesut Odman'ın söz ettiği çekimlerin montajlanması sırasında bazı kurgu hataları yapıldığından, akışta kimi sorunlarla karşılaşmaktadır okur. Bu, özellikle 10. bölüme kadar doğrudan romanın başkişisi Memo'nun (Kürt Reşit), çocukluk, ilk gençlik ve kabadayılık serüveni anlatılırken, 10-17. bölümler arasında Memo'nun babası Musdo'nun Antep savunmasındaki yeri öykülenmektedir. Bir bakıma "kabadayılık ve yiğitlik"in, haksızlığa ve sömürüye-işgale karşı olmanın başlangıcı olarak verildiği, Memo'nun kişiliğinin oluşmasında babası ve arkadaşlarının bu yönlerinin etkisinin öne çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Ancak bu geçişleri sağlayan kurgu yapılmadığı için okuyucunu kafasında kopukluk oluşmaktadır. Yazarın tarihsel bakışı romana sağlam biçimde yansımış; özellikle Ermenilerle bir arada yaşamış Türkler ve Kürtlerin kardeşlik ilişkilerini öne çıkarmış ama Fransız işgal güçleriyle işbirliği yapan Antepli zenginlerin çıkar ilişkilerini sorgulayarak, aslında sömürü ve işgale karşı en saf mücadeleyi yurtsever işçi-emekçilerin verdiğini kent yoksulu Musdo, Zilfo Çavuş, Yüzbaşı Murat, Şahin Bey karakterleri üzerinden aktarmaktadır. Asaf Bey'in ağzından durum şöyle veriliyor: "Olanlar karşısında üzülmemek elde değil. Şahin Bey'in ölümü düşündürücü. Olan olmuş. Bundan böyle ne yapmalı? Fransızlar Antep'te. 23 Halkımız bundan büyük acı duyuyor. Ulema ve varlıktılar, kendi çıkarlarını düşünüyorlar." (s.56) Kendi çıkarlarını düşünen o varlıklıların çocuklarıyla, daha sonra Memo ve yoksul arkadaşları karşı karşıya geleceklerdir. "Onların (Memo ve arkadaşlarının) yanıbaşındaki masada Yüncüzadelerden Ömer Yüncüoğlu'yla Naimzade Hasan Ağa'nın oğlu Nuri Naimoğlu oturuyordu. Ömer için de Nuri için de yok yoktu. Antep'in neresinde bir mal, bir mülk, bir para varsa orada birer payları vardı. (...) Babası Musdo, Yüncüzade Hacı Osman Ağa'yı, Sinan Paşa'yı, Naimzade Hasan Ağa'yı, Keyfzade Hüsrev Ağa'yı, Fazlı Efendi'yi, Antep savaşındaki tutumlarını kaç kez anlatmıştı. Yalnız babasından dinlememişti, bir dünya biliyordu. Yine de her yerde, her şeyde onlar vardı. Savaş çabuk unutulmuştu. Ölenler ölmüştü. Savaşın gerçek yiğitleri yine tarlada ırgat, dağda çoban, sokakta işsizdiler. Ama bunlar her yerde söz sahibiydiler, Antep onlarındı." (s.46) Bu acı gerçek, savaş görmüş hangi kente giderseniz gidin Türkiye'de karşınıza çıkar. Bir zamanların işbirlikçileri, yeni devletin egemen sınıfı oluvermişlerdir. Amik ovasının ağalarına bakın bugün, karşınıza aynı gerçek çıkıverir. Yazar, toplumsal gerçeği, roman gerçeğine dün-bu- gün-yarın ilişkisini geriye dönüşlerle aktarır. İşbirlikçilerin emperyalizmle nasıl temas kurduklarına da çarpıcı bir örnek oluşturur 1930'lu yılların sermayedar çocuklarının Antep'teki Amerikan Koleji'ne gitmeleri. Aslında işbirlikçiliğin gökten zembille inmediği, eğitim, ticaret ve siyasetle iç içe geliştiğine dikkat çekilir. Bugün de öyle değil mi? Dervişler, Şimşekler uzaydan gelip oturmadılar koltuklara değil mi? Savaş düşkünü işbirlikçilere karşı Antep'te Fransız işgaline karşı çıkan Ermenilerin de varlığı şöyle belirtilir: "Gençlere söz geçiremiyoruz" dedi Hamparsum, "onlar bir başkalar. Fransızlar da ‘aferin gençler, çok haklısınız, hakkınızı birlikte alalım Türkler- den' diyorlar. Ne derlerse desinler, benim aklım almıyor. Ben sana nasıl düşman olurum Musdo, nasıl düşman olurum gülüm." (s.71) Böylece aynı yurtta yaşayan halkların kardeşliğinin ve hangi kökenden olursa olsun emekçilerin yurtseverliğinin sahici olduğu hissettiriliyor. Antep savaşında öne çıkan ve bugüne kadar geniş halk yığınlarınca pek bilinmeyen bir gerçeğe, romanda şöyle değiniliyor. "Ali Naki: ‘Yeni bir haberim var' dedi. Cebinden küçük bir kitap çıkardı. Üstünde Arap harfleriyle ‘Bolşeviklik Nedir?' yazılıydı. Bu kitabı belediyede çalışan Ahmet adında bitinden aldım. Kitabın asıl değeri, bakınız üstündeki el yazısından geliyor. Doktor yazıyı okudu: ‘Gardaşım Mustafa, bu gavgayı neye yaptığımızı anlamak istersen, bu risaleyi oku. İçindekileri öğren, aramıza katıl ve bu risalenin hediyesi olan bir mecidiyeyi de ver.' Şahin" (s. 137) Adı geçen Şahin Bey'dir ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Romanya'daki devrimcilerle tanıştığı ve daha sonra Mısır'daki İngiliz esir kampı Şeydi Beşizdeyken Rusya'daki Bolşevik devrim sürecini izlediği Doktor Ferit'in ağzından aktarılır. Yeri gelmişken, bu konuyla ilgili bir anımı aktarmak isterim. 2002'de Nazım Hikmet'in doğumunu yüzüncü yılı dolayısıyla Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde konuşma yapan Rasih Nuri İleri'ye bu Şahin Bey'in Bolşeviklerle ilişkisini sorduğumuzda, Komüntern belgelerinde Şahin Bey'in İstanbul'daki Kızıl Yıldız'a yazdığı bir mektubun bulunduğunu söylemişti. Gençlik döneminde Kürt Mahallesi'ndeki arkadaşlarıyla Antep'in saygı duyulan kabadayılarından biri haline gelen Memo'nun, Kürt Reşit'in gerçek yaşamındaki kesitlerle anlatıldığı hikayesi içinde, kentin soytarılarından Abda dir'in bir çocuğa tecavüz etmesini önlerken yaralanıp bir böbreğini kaybetmesi, genelev sahibi Sevda'yla yaşadığı aşk, hapse düşmesi, daha sonra da kendisine sonuna kadar emek veren Yıldız'la evlenmesi yer alır. 1940'larda kentin karanlık güçleri tarafından öldürmesi için yönlendirildiği Doktor Ferit'le tanışıp onun kişilik ve düşüncelerine büyük saygı duyduktan sonra onun, Antep'in kurtuluşunda aktif rol oynayan yurtsever ve ilerici insanlardan emekli asker Murat Bey ve Zilfo Çavuşların da içinde yer aldığı sosyalist bir partinin yöneticisi olduğunu öğrenince, işçi sınıfı siyasetine yönelmesi gündeme gelir. Terziler arasında etkin olan Galip Usta'nın liderliğinde terzi kalfa ve çıraklarının başlattığı bir hak arama mücadelesi gündeme gelir. Valiliğe verdikleri dilekçenin ardından gözaltına alınarak tutuklanan Galip Usta'yı cezaevinde Doktor Ferit'in ziyaretiyle başlayan siyasal çalışmaya, Memo'nun Ferit Bey'den aldığı kitapları okuyarak kendini geliştirmesi ve kabadayılıkla değil bir işte çalışarak yaşamını kazanmayı kafaya koymasıyla Antep'te yeni bir siyasallaşmış işçi hareketi yaratma süreci başlar. Doktor Ferit, Antep'teki sınıfsal ve siyasal duruma dair şu saptamayı yapar: "Düşünce bir hava gibidir. Hiç kimse penceresini havaya kapalı tutamaz. Tutsa bile bir süre sonra açmak zorunda kalır. Rus devrimi, dünyada yeni bir olaydı. Daha sonra bütün dünya bu olaydan istese de istemese de etkilendi. Türkiye bu etki alanının dışında kalamazdı. Antep'e gelince, Antep'in koku alma, soluk alma organları biraz fazla duyarlı olsa gerek. Nedenleri var elbette. Antep'in coğrafi konumu, Ermeni uygarlığı, ta Osmanlılardan beri zorbalığa, haksızlığa direnme geleneği, Antep savaşı, Antep aydınlarının çalışmaları bu duyarlılığı sağlıyor. Örneğin bir Yeşil Ordu olgusu var. Antep'in birçok köyünde hâlâ Yeşil Ordu'nun gelip halkı sıkıntıdan kurtaracağı düşüncesi yaygındır. Antep halkı Yeşil Ordu hareketinden çok etkilendi." (s. 138) Bu bölgede, özellikle 1970'li yıllarda "köylü sosyalizmini örgütlemeye çalışan devrimci hareketlerin köylerde yaygınlaşmasında, 1920'lerde benzer ideolojiye sahip Yeşil Ordu hareketinin etkili olması, tarihsel arka plan olarak betimlenmiş olabilir. Memo'nun, İsmet Paşa'nın çok kızdığı bir parti olarak öne çıkan Türkiye Sosyalist ve Emekçi Köylü Partisi'ne üye olduğunu öğrenen Antep'in zengin çocuklarından bazıları, onu gördükleri yerde bu fikrinden cayması için zorlarlar. Bunlardan Cemil'in kendisine burjuva partisinden milletvekili olmayı önermesi üzerine şöyle der: "Bak Cemil, hiç yorma kendini, ben artık gemileri yaktım. Partiye bugün girdim." (s.159) Sanıyorum yazar Yusuf Ziya Bahadınlı da kitabın adını bu sözle ve bu sözün arka planındaki cesaret ve siyasal kararlılıkla ilişkilendirerek "Gemileri Yakmak" olarak koyuyor. Bundan sonra Memo'da çok hızlı bir değişim başlar. Romanda şöyle betimlenir bu durum: "Memo, eski Memo değildi artık. İşte asıl sorun buydu: eski Memo mu, yeni Memo mu? Eski Memo, günleri dolu dolu geçen, çok devinimli, çok coşkulu, çok gürültülü kabadayı Memo. Yenisiyse okuyan, düşünen, davranışları ölçülü, eski anlamdaki özgürlüğünü yitirmiş, partili, bildiri dağıtan, bu nedenle cezaevlerine giren Memo. Eskisini beğenmiyor, yenisine de bir türlü alışamıyor." (s. 166) Bu sorgulamanın ardından Memo'nun 32. bölümde Bayındırlık Bakanlığı'na bağlı yol onarım ve bakım işliğinde işe başlaması, çok çalışarak ustalarını geçmesi, siyasal çalışmasına bir de sendikal mücadeleyi katması anlatılmaktadır. "İşçi sorunlarıyla ilgileniyor, son zamanlar2 da yurdun türlü yerlerinde oluşan sendikalaşmayı izliyordu. Bir haksızlığa uğrayan işçi arkadaşlarına yol gösteriyordu. O artık doğal bir işçi temsilcisi olmuştu." (s. 187) 33- bölümde ise birden Memo'nun hastane günlerine geçiş yapılmaktadır. 34. bölümde vurulduğu için hastaneye yatırıldığı anlaşılan Memo'nun 1960'lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi'ne işyerinden İbrahim Usta'nın önerisiyle girmesi, eski döneminden gelen alışkanlıkları temizlemesi, Ayşe başta olmak üzere çocuklarının küçük hikayeleri hızlı biçimde veriliyor. Bu roman kurgusunda önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. İnsanın geçmişinin hep gölge gibi peşinden gelmesi, bazı alışkanlıkların nüksetmesini betimleyen şu anlatım çok önemli: "Kimi kötü alışkanlıklar ayrık otuna benziyor İbo. Koparıp koparıp atıyorsun, hem de kökünden. Yine de toprağın bir yerinden patlayıp çıkıyor." Gülmeye başladı: "Boş ver, o çıktıkça biz de koparırız." (s. 192) Romanda halkı tanımayan, işçi ve emekçilerle hemhal olmamış kimi aydınların (Mahmut Bey gibi), TİP'te yer almaları ve seçim sırasında çuvallamalarıyla ilgili bir miting sahnesi 36. bölümde çok çarpıcı biçimde anlatıldığı gibi, bu mitingde provokatör davranışlarıyla Memo'nun tepkisini toplayan Osman'ın, onun kişiliğine dair gayet açık bir anlatım ı var: "Bu adam kızarken de içten ve güçlü, severken de..." Tanıdığı günden beri onu yakından izliyordu. ("Hiç de kül yutmuyor. Demek istediğini iyi söylüyor. Bilgili de. Hayatın içinden gelmiş, görüp geçirmiş. Korkusuz. Bir halk aydını. Sevimli, etkili. Ünü il sınırlarını aşmış. O bir halk lideri...") (s.209) Osman'ın iç konuşmalarını parantez içindeki çift tırnakla vermesi, farklı bir yazım tekniği yazarın. 38. bölümde Memo'yu vuranın bu provokatör Osman olduğu Memo'nun ısrarlı soruları üzerine anlaşılır. Ölüm döşeğinde "Avcı... Avcı kekliğinden de... kötü..." diyebilen romanın başkişisinin, "Başı yastıktan kaydı, öylece kaldı. Doktor Ferit Bey nabzına baktı, Memo ölmüştü..." (s.231) şeklinde sonu betimlenerek roman biter. "Gemileri Yakmak", kimi kurgu ve yazım problemleri olmakla birlikte, işçi edebiyatı yanında yurtseverlikle işçi sınıfı ideolojisinin nasıl ilişkilendirilmesi gerektiği bakımından da önemli bir romandır. Yapıtın dil ve anlatım bakımından da edebiyatımıza katkı yaptığını söyleyebiliriz. Bunu kanıtlayan halk söyleyişleri ve somut anlatıma örnek teşkil eden benzetmelere, deyim aktarmalarına dair, önemli bulduğum sözleri de kısaca aktarmak istiyorum. Yapıtın ön kısmında Nâzım Hikmet'in Anteplileri anlatan birkaç dizesiyle Antep savunmasını anlatan bir halk türküsü dörtlüğüne yer verilmesi, üslubun nasıl bir sentez olması gerektiğine dair ipucu veriyor zaten. Örneklere gelince... "Ne öyle mart buzağısı gibi bakıyorsun?" (s.23- 214) "İki köy harap olacağına bir köy şen olsun." (s.24) "Bu iş ne bal etti ne mum!" (s.29) "Kadınların gözlerinde, tam da geviş getirmeye durduğu anda kurt görmüş koyunların bakışları seziliyordu." (s.34) "Bıyıklarını kara üzüm ezmesiyle burdu." (s.38) "Yahu beni Nazlı hanımın büzme çarığı mı sandınız; ben böyle nazlanan bir adam mıyım!" (s.43) "Uşak, bacağındaki şalvarın körüğünü savura savura uzaklaştı." (s.57) "...mülkümüzün üstünde sıçan ölüsü görmek istemiyoruz." (s.6l) "Yüzyıllık bir çam ağacı benzeri biri dikildi karşısına. (...) İçeride görüşmemiz daha uygun olur, koz ağacında kargalar var Musdo!" (s.67) "Musdo'nun yüreğine koca bir kaya parçası geldi, oturdu.

Yusuf Ziya Bahadınlı üstüne KIRKBİR YAZAR KIRKBİR YORUM

Yoğunluk Dergisi, s. 23, Kasım, 2008

Türkiye İşçi Partisi'nin öncülüğünde sınıf mücadelemiz hızla boyut kazanırken, Aybar başkanlığındaki MYK önemli bir adım daha atarak partinin 12 Mayıs 1963 tarihli Genel Yönetim Kurulu toplantısını Kürt ağırlıklı Gaziantep'te gerçekleştirdi. Bu ilk adımın atılmasının onuru büyük ölçüde, TİP'i bu ilde örgütlenmiş bulunan Kürt aydınları Reşit Güçkıran ve Galip Ataç'a aitti.

Ancak Gaziantep'teki toplantıdan sonra partinin sıkıyönetim altında olmayan Kürt illerinde örgütlenmesi yine de büyük hız kazanmıştı. Tarık Ziya Ekinci ve Canip Yıldırım TİP'in Diyarbakır il örgütünü kurdukları gibi 1964 yılında yapılan 1. Büyük Kongre'de de, Gaziantep'li Reşit Güçkıran'la birlikte genel yönetim kurulu üyeliğine seçildiler.

Doğan Özgüden

Bir halk kahramanıydı o

Bir öykü anlatırlar, adamın biri pazarda kafesi içinde bir keklik satıyormuş. Meraklının biri ilgilenmiş. Fiyatının 500 lira olduğunu öğrenince şaşırmış. Niçin pahalı olduğunu sormuş. "Bu avcı bir kekliktir" demiş satıcı. "Onu kafesinde avlağa götürürsün. Orada öter, keklikleri çağırır… Bunun sesine gelen keklikler avcıya av olur."

"Hımmm… der adam. "Sayar 500 lirayı. "Ver bakalım şunu bana. Kafesi alır kekliği çıkartır. Başını kopartır.

"Ne yaptın adam! " diye bağırır satıcı. "Beş yüz liralık avcı kekliğin başını kopardın. Öldürdün onu! "

Adam yaptığı işten memnun, keyifle gülümser.

"Kendi cinsinden, kendi sınıfından olanlara ihanet edenlere böyle ölüm az bile.

Yusuf Ziya Bahadınlı'nın "Gemileri Yakmak" romanı şöyle bitiyor:

Romanın vurulan kahramanı Memo hastanede kendine gelir gibi olur. Başucunda dostlarını görmekten memnundur. Ancak içlerinden biri eksik.

"Osman neden gelmedi? "

"Gelemedi."

"Neden? "

"Cezaevinde."

"Neden düştü? "

"Seni Osman vurdu Memo."

Memo gözlerini kapadı. Öylece kaldı bir süre. Dudaklarını oynattı. "

"Avcı… Kekliğinden de kötü." diyebildi. Başı yastıktan kaydı. Öylece kaldı.

Memo'ya yani Kürt Reşit'e gücü yetmezdi azrailin. Katilinin, kendi sınıfından biri olduğunu öğrenmek pes ettirmişti onu.

Gemileri Yakmak romanını çok eskiden okumuştum. Yeniden okumamı önerdi Ali Koçum dost. Kitabı verdi. Okudum. Acıyla dolu buruk keyiflerle okudum yeniden Bahadınlı'nın bu güzel yapıtını.

Kitap, Gaziantepli bir halk kahramanının yaşam öyküsü. Kürt Reşit'in… O zamanlar tezeydi yaramız.

"Kürt Reşit vurulmuş…" dediler.

"Kürt Reşit öldürülmüş.

"Deli X" vurmuş Reşit'i.

Öylesine acıyla doldurmuştu ki onun öldürülüşü seven sevmeyen herkesi, adım adım peşinde gezen devletin sıradan bir polisi bile olsaydınız, bulup öldürmek isterdiniz siz de onu öldüreni.

Bu duyguları taşıyordu Gaziantep'te o yıllarda Kürt Reşit'i, tanıyanlar.

Kadınlar adam öldürerek öç alamazlardı ama yürek yakan ölümlere türkü düzerlerdi. Kürt Reşit için de düzmüşlerdi:

Şu ara aklımda sadece:

"Gitti gelmez oldu deli deli.." dizeleri kalmış o ağıttan. Oysa sabahtan akşama plakçılarda döner dururdu bu plaktan içinize çektiğiniz havaya karışan o ağıt.

Mahzuni de O'nun için mi yazmıştı acaba şu Türkü'yü:

"Sizin göçler bu illerden

Gitti artık gelmez deli deli

Çadır yerinizde otlar

Bitti artık gelmez deli deli

Bulunmaz kahrını çeken

Bulunmaz yüzüne bakan

Bülbül başka dalda mekan

Tuttu artık gelmez deli deli

Berçenek Uzunyazılılar

Orada rüzgar sızılar

Mor koyunlar dört kuzular

Gitti artık gelmez deli deli

Bulunmaz Mahzuni sesi

Yoktur yalanda hevesi

Son yolda ümit gemisi

Battı artık gelmez deli deli.."

Bırakın sınıf bilincini, yaşam bilinci bile olmayan; içki içen, genelevde dost tutan, kiralık katil olmayı üstlenen, haraç alan zıpır bir kabadayıdan, yiğit bir sosyalist önderin doğuşuna tanık olmuştur 20. Yüzyılın sonlarında Gaziantep'te yaşayanlar: Doğan bu güneşin adı: Reşit Güçkıran'dır. Kürt Reşit…

Gerçekten gitti, bir daha gelmez oldu onun gibi bir halk kahramanı. Ama en azından ardında aynı sesle haykıran bir oğul bıraktı Kürt Reşit: Özgür Güçkıran…

Var ol anımsattığın için, teşekkürler sana Yusuf Ziya Bahadınlı. Sen de var ol Ali Koçum kardeş…

O unutulmaz halk kahramanını saygıyla bir kez daha selâmlıyorum.

Fevzi Günenç

Kayıt Tarihi : 5.9.2009 20:41:00

Bir TİP Havarisi olan Hamdoş'un Acıyı Tad'a Dönüştüren Anıları: 11

KÜRT REŞİT’İ ÖLDÜRTMEKLE, HALKIN ŞAH DAMARINI KESTİLER

Hamdi Doğan (Hamdoş)un bir başucu kitabı olarak saklanacak olan kitabından kesitler sunduğumuz yazı dizimizi 10’uncu bölümüyle noktalarken Reşit Güçkıran (Kürt Reşit)’ten söz etmeden geçmek olmaz. Çünkü o, Hamdoş’un Aşık olduğu Türkiye İşçi Partisi’nin Gaziantep’te, gelişmesini sağlayan öncülerin başında geliyordu.

Amacını gerçekleştirme uğruna verdiği mücadeleyi canıyla ödeyen Kürt Reşit’in yanı sıra öbür öncüleri anmamak da haksızlık olur. Bunlardan ilk aklıma gelenler,

Abdi Özkara, Ahmet Eğin, Ali Koçum, Aydın Güçkıran, Baki Çelikel, Bektaş Avşar, Ercan Kaner, Fehmi Çelikbaş, Güner Samlı, Hakkı Hoşafoğlu, Hasan Bozkurt, Hayri Balta, Hayri Koral, Hayri Kurtgözü, Hayri Tütüncüer, Hüseyin Cava, Mahir Bilgili, Muharrem Arıca, Nöfer Küllük, Nuri Mermer, Nuri Özkan, Nusret İdemen, Ömer Bilge, Rıfat Künç, Saip Atay, Sevim Demirpençe, Şahin Ateşoğlu, Şefik Günenç, Ökkeş Sevim, Vedat Kutlar, Zeki Keskin vb…

Hamdoş kitabında bu güzel insanların her birinden uzun uzun söz ediyor. Şimdi biz dönelim Kürt Reşit’imize.

Reşit Güçkıran, namı diğer Kürt Reşit llk gençlik yıllarında astığı astık, vurduğu kestik delişmen bir delikanlıydı. Çevresindeki pek çok insan ondan çekinir hatta korkardı. Ama pek çok insan da kendisini canı gibi severdi. Neden? Çünkü o çağımızın modern Roben Hood’uydu. Varsıldan aldığını yoksula dağıtan bir delikanlıydı.

Derdi olan ona koşardı. O ise yardım isteyen hiç kimseyi geri çevirmezdi. İçki içer, kumar oynayanlardan haraç alır, hayat kadınlarıyla düşer kalkardı. Bu arada yazlık bir da kıraathane açmıştı. Bir gün bu kahvehaneye iki kişi gelir. Bunardan biri elindeki paketi Kürt Reşit’in önüne bırakır. Reşit açtığında pakette demetle para olduğunu görür.

Bu para kendisine Saip Atay adındaki bir doktoru öldürmesi için verilecektir. Bu bir devlet isteğidir. Çünkü doktor komünisttir, din, namus tanımaz. Kendisine Rusya’dan para gelmektedir. Reşit, düşünmek için zaman ister. Sonraki günlerde hastalığını bahane ederek Doktor Atay’ın muayenehanesini yol eder.

Giderek doktorla içli dışlı olurlar. Kürt Reşit yargısını vermiştir. Doktor öldürülecek değil, baş tacı edilecek kişidir. Çünkü o, yoksullardan muayene parası almamakta, zaman zaman ilacını bile kendisi vermektedir.

Doktor ona memleketin manzarasını göstermiştir. Gönül gözü açılan Kürt Reşit, kendisine doktorun öldürmesi için para önerenleri kıraathanesinden kovar. O artık işçinin, köylünün, yoksul halkın çaresizliğini görebilen, onlar için mücadele biri olacaktır.

Aynı mücadeleyi veren insanlarla tanışır, onlarla düşüp kakmaya başlar. Eski bütün huylarını bırakır, nafıada işçi olarak çalışmaya başlar. Gerek görev için gittiği köylerde, gerekse hafta sonralarında işçiyi, köylüyü bilinçlendirmek için çırpınır. Bu mücadele yıllarca sürer.

Ne var ki, ona cinayet işlemesini önerenler de boş durmayacaktır. Türkiye İşçi Partisi çatısı altında bulunan, akıl sağlığını yitirmiş birini “Kürt Reşit seni öldürecek," diye kışkırtır. O kişi, pusuya düşürerek “Sen beni vurmadan ben seni vurayım," diyerek yiğit Reşit’i öldürür

Bu güzel insanın ölümü, sevenlerinin yüreğinde onulmaz yaralar açar. Bunlardan biri de büyük yazarımız Yaşar Kemal’dir. Dava arkadaşının öldürüldüğünü duyduğunda babası öldürülünce bile ağlamayan usta yazar Kürt Reşit için gözyaşları döker.

Ona sorarlar: “Neden seni ya da davanın önderi Aybar’ı değil de onu öldürttüler?" Yanıt açıktır: “Çünkü Reşit bir halk lideriydi. Onu öldürtmekle, Aybar’la halkın bağlantısı olan şah damarını kestiler."

Sen ey, unutulmaza adını yazdıran güzel halk adamı, ışıklar içinde uyu.

Benim bu yazdıklarım, Hamdoş’un derya-deniz olan kitabından sadece bir kaşık sudur. O sudan doya doya içebilmek için, “Türkiye İşçi Partisine Aşık Oldum" kitabını muhakkak okumalısınız.

Hamdi Doğan kardeşimizin kitabı hakkında bir 10 yazı daha yazılsa yeridir. Ama her şeyi tadında bırakmak gerek, diye düşünerek “benden bu kadar," diyorum Gerisini de artık siz kitabı satın alarak okuyun, Hamdoş’un, yaşamı boyunca çektiği acıları tad’a nasıl dönüştürdüğüne doyasıya tanık olun.

Fevzi gönenç

BABALAR GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN...

O, ne önde

ne arkada sırada

sıramızdaydı...

Ve yanındakinin kanlı başı onun omzuna eğilince

ona sıra gelince

sayısını saydı...

Söz istemez

Yaşlı göz istemez

HAİN PUSULARDA KAYBETTİKLERİMİZ

16 Şubat 1969 TURGUT AYTAÇ İSTANBUL

14 Kasım 1969 REŞİT GÜÇKIRAN (KÜRT REŞİT) İL BAŞKANI GAZİANTEP

27 Ocak 1971 ŞERAFETTİN ATALAY İL BAŞKANI AMASYA

8 Mart 1971 ALİ HAN ULUĞ İLÇE SEKRETERİ YILDIZELİ/SİVAS

1 Aralık 1975 CEZMİ YILMAZ KADIKÖY - İSTANBUL

Mert Yücel - Türkiye İşçi Partisi

15 Haziran 2014

Nedendir bilemem. Abdala malum olur. Günlerdir mektup bekliyordum birinizden. Karşılık almıyacağımı bildiğim sorular sormak değil, gerçek bir mektuba karşılık vermek istiyordum. Alçak sesle de konuşsan, karşında gerçek bir yüz gerekli. Bu yüzden pazar akşamı Zeynep’e telefon edip adıma geldiğini söylediği mektubu okumasını rica ettim. Darüşşafaka’lı İbrahim Altmsay’ın on yıl öncesinden seslenen yüzü gene güzel şeyler söylüyordu ama ben, sizlerden biriyle konuşmak istiyordum. Bu sabah, yani pazartesi günü, karanlık bir güz haftasını başlatan kahvaltı masasında, bir kahve içmeye uğrayan kardeşim cebinden, senin, «görülmüştür» damgasını taşıyan mektubunu çıkarınca birden önsezilerin gerçekle sık sık buluştuğu çocukluk günlerine döndüm.

Mektubun çivi yazılı ağır bir tablet gibi düştü masanın ortasına. İnce çay bardakları tuzla buz oldu. Zeytin acılaştı ve bal ağuya kesti. «Ağabey» diyordun, «sen bizi merak etme. Biz dayanırız. Bin yıldır dayanıyoruz, alışkınız.» Ateşin zulmünden, kapalı damların zindanından geçmiş tuğla tablet elimi yakıyordu. İşi falan boşverdim. Dedim ki kendi kendime, yolumu bağlayan tuz, ekmek ve kan olmasa, Kul Halil gibi, şimdi at sürüp bu ellerden gitmenin tam zamanıdır. Gidemedim elbet. Ama olduğum yerde de duramadım. Vurduk kardeşimle birlikte Karanfil Köy un karanlık vadilerine. Seninle birlikte geçirdiğimiz çocukluk günlerini andık. Hatırlarsın, Antep’in yazı köylerinde sapsarı bir güzdü. Üçümüzün de ayaklarında altına otomobil lastiği dikilmiş postallar, altımızda eğersiz atlar. Yedi sekiz yaşlarındaydın. Benden de kardeşimden de küçük. Mintanın amerikan bezindendi, kafan üç numara traşlı. Ata bizden iyi binerdin. Bir sevinç rüzgânyla geçerdik sürülerin düzlediği biçilmiş tarlalardan. İşte o güz, baban bizi Barak’ta, sınıra yakın bir köye götürmüştü, adını kardeşimle çıkaramadık. Şimdi bir yerlerde yargıç olan arkadaşımız M. Bozgeyik’in köyü. Orada karşılaştığımız garip çobanı da hatırladın mı? Hani geceleri tek göz kerpiç damında, gündüzleri dağlarda durmadan Dostoyevski nin romanlarını okuyan çobanı? Bize, bir öğleden sonra, Suç ve Cezanın tümünü, bir Köroğlu hikâyesi gibi anlatmıştı.

«Gel şimdi haberi Raskoniko’dan verelim» diye bölüm başlan açarak. Niyetim elbette Çetin Altan’ın kulaklarını çınlatmak, çobanlarımızın Dostoyevski’yi kırk yıldır okuduklarını söylemek değil. O çobanın o kitapları nasıl elde ettiğini de şimdi hatırlamıyorum. Mektubundaki «merak etme, biz dayanırız» sözü çağrıştırdı Suç ve Cezayı. Ve özellikle Raskolnikov’un gördüğü o korkunç çocukluk düşünü. Hani arabaya koşulmuş o atla ilgili bölüm.

«…ama şimdi, tuhaf değil mi, bu kocaman arabaya, çelimsiz demirkırı bir at koşulmuştu. Hani şu Raskolnikov’un bir çok defalar gördüğü, büyücek bir odun ya da saman yükü altında —hele araba çamurlara ya da araba tekerleklerinin açtığı yataklara gömüldüğü zaman— takatten kesilen, bundan ötürü insafsızca kamçıyla dövülen, hatta bazan pek gaddarca, yüzlerine gözlerine vurulan atlardan biri… Kaim enseli, havuç gibi kırmızı ve ablak yüzlü Mikolka: — Binin, hepiniz binin, diye bağırdı. Hepinizi götüreceğim. Dörtnala koşturacağım. Dörtnala koşacak! Binin arabaya diyorum size!…»

Ve sonra o yürek burkucu, isyan ettirici serüven başlar. Ellerinde kamçılar bulunan Mikolka ve arkadaşları ile çilekeş at arasında. Raskolnikov’un düşü, yüke, kamçılara, her türlü horlamaya dayanan atın, kanlar içinde yere düşüşüne kadar sürer.

Bir taşa oturduk kardeşimle. Karanfil Köy’ün altındaki derin yarıklardan yakın bir yağmurun sisleri altındaki Boğaz görünüyordu. Birer sigara yaktık. Dedim ki «bilirim, dayanır onlar. Ölümüne dayanırlar. Ama ya bizler? Biz dayanabilecek miyiz? Onların yüzü bin yıllık Anadolu toprağı gibidir. Üstünden galipler, fatihler ve muzafferler geçmiştir. Gene de uzun ve donuk kış uykularından sonra en inanılmaz çiçeği verirler. Onlar, yolları kapalı dağ köylerinde, susuz ve çorak bozkırlarda, kentlerin kondu semtlerinde ve insan onuruna yakışmaz duvarların ardında yaşar, gene de yoksulluğa, acılara, horlanmalara ve insan onuruna yakışmaz daha nice kötülüklere dayanırlar. Peki, ya bütün bu olup bitenleri Suç ve Cezanın karabasanı gibi izleyen bizler?»

Sonra sana yazmak için oturdum ve senin daha nice insanımızla paylaştığın o olağanüstü yaşamın ayrıntılarını düşündüm. Bizi bir araya getiren seyrek, kısa ama yoğun ve heyecanlı günleri. Yıllar önce, Antep’te bir kalker göçüğünün kıyısında, taşları sararmış bir kahvenin asması altında konuştuklarımızı. Hatırlarsın, sonradan bilinmez ellerin öldürttüğü Reşit Güçkıran da oradaydı. Şimdi burada sayıp dökmem olanaksız tüm o anılar, altın parçaları gibi çınlıyor kulağımda. Ve işte, içinde masamın, kâğıtlarımın da bulunduğu kara bir posta treninde güzün karanlık tünelinden geçiyoruz. Sonra belki de çok uzun sürecek karlı, soğuk bir kışa gireceğiz. Bir kış uykusuna. Öyleyse çok kişiyle birlikte şu soruyu sormanın tam zamanıdır: Dayanabilecek miyiz? Geleceğin, arkasını görünmez bir elin sırladığı aynasında nasıl bir yüz göreceğiz? Gemisini kurtaran, köşeyi dönen, cebini dolduran, tuzunu kurutan, boyun eğen, satılmaya hazır bir yüz mü? Yoksa…

Ölmek

Ne ki ölmek zaten ya… ölmek

Ölmek uyumak sadece.

Düşün ki yalnızım. uykuda bitebilir bütün acıları yüreğin.

Çektiği bütün kahırlar insan oğlunun.

Uyumak.. ama düş görebilir insan uykusunda.

Çok kötü.. çok kötü..

Çünkü o ölüm uykularında sıyrıldığımız zaman yaşama kaygısından

öyle düşler görebilir ki insan.

Bir düşünsene ama işte bu düşüncede uzun yaşamayı cehennem eden.

yoksa kim dayanabilir ki zamanın kamçısına, zorbanın kahrına, gururun çiğnenmesine,

sevginin kepaze edilmesine, kanunların bu kadar yavaş, yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine.

kim dayanabilir kötülere kulluk etmesine iyi insanın,

bir göğsüne bıçak saplamak varken kim dayanabilir.

Kim ister ki tüm bunlara katlanmak

Ağır bir hayatın altında inim inim inleyip ter dökmek

ölümden sonraki bir şeyden bu kadar korkmasa

bu kimsenin gidip de dönmediği

o bilinmez dünya ürkütmese bu kadar yüreğini kim dayanabilir?

Bilinç .. bilinç böyle korkak ediyor hepimizi.

Düşüncenin o soluk ışığı bulandırıyor gönülden gelen o doğal rengini

Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar

Yollarını değiştirip bu yüzden

Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.

Hamlet

Shakespeare

Sen ne dersin arkadaşım, bizler dayanabilecek miyiz «zamanın kamçısına, zorbanın kahrına, gururun çiğnenmesine, sevginin kepaze edilmesine, yasaların bunca yavaş, yüzsüzlüğün bunca çabuk yürümesine ve kötülere kul olmasına iyi insanın?» Ben değil, «Çağdaşımız Shakespeare» soruyor bunu yüzyıllar öncesinden.

Senin diyeceğin şeyi de şimdiden biliyorum: «Bunun cevabını verecek olan sen değil misin?» Haklısın, ve senin bu sorun, bizimle birlikte yaşayan herkesedir.

Ocak 1984

Onat Kutlar

Gaziantep TİP ilk örgütü Aybar’ın genel başkanlığa çağrılmasından önce kurulan az sayıdaki öncü örgütlerimizden biriydi.Bu ilimizde,TİP öncesi dönemlerde de sosyalist mücadelede yer alan kimi bilinçli aydın ve emekçilerin girişimiyle sol nitelikli çalışmalar yapılmıştı.Yönetim kurulunda mücadeleci ve çalışkan bir ekip vardı.Bu ekip,Çalışanlar Partisi hareketiyle TİP’in tasfiye edilmesine karşı çıkarak partilerinin partilerinin varlığını korumayı başaran kararlı yöneticilerden oluşuyordu.Coğrafi olarak bize yakın olduğu için,Gaziantep örgütünden her alanda yararlanmamız mümkündü.

Aybar’ın genel başkanlığa gelmesinden sonra da genel merkezde çalışan sosyalist aydınlarla iyi ilişkiler geliştirmişlerdi.Nitekim üç ayda bir yapılan TİP Genel Yönetim toplantılarından biri,12 Mayıs 1963’te Gaziantep’te yapıldı.Halkın büyük ilgi gösterdiği toplantının çok başarılı geçtiğini duymuştuk.Aybar’ın Kürt sorununa ilişkin önemli açıklamalar yaptığı bu toplantıya,kuruluş evresinde olduğumuzdan katılamamıştık.Gaziantep il örgütünün bu toplantı için gelenleri karşılamada,güvenlik önlemleri almada,toplantı salonunun hazırlanmasında,ildeki aydın ve emekçilerin katılımını sağlamada gösterdiği başarı dillerden düşmüyordu.İl örgütü yöneticilerinden Reşit Güçkıran (Kürt Reşit), Ahmet Top, davavekili Baki, Dr.Saip Atay, gazeteci Güner Samlı ve arkadaşları en çok anılan isimlerdi.Gaziantep il örgütünden arkadaşlarımızın bir bölümü ile Diyarbakır İl Kongresinde tanışmıştık.Ancak Kürt Reşit ve gazeteci Güner Samlı tutuklu oldukları,diğerleri de yolda trafik kazası geçirdikleri için Diyarbakır’a gelememişlerdi.Bir süre sonra Gaziantep’in Nizip ilçe yöneticilerinin güvenlik güçlerinin baskısına maruz kaldıkları ve istifaya zorlandıkları haberi genel merkeze iletilmişti. Yakın olduğumuz için,genel merkezden Nizip’e giderek gerekli önleyici girişimlerde bulunmam için bana görev verildi.Diyarbakır il örgütünden avukat bir arkadaşımla birlikte önce bilgilenmek için Gaziantep’e gittik.İl binasında Nizip’teki olay hakkında gerekli ön bilgileri aldık.Toplanan partililerle tanıştık.Günümüzü ildeki arkadaşlarla parti sorunlarını görüşerek tamamladık.Ertesi gün Nizip’e gitmek üzere geceyi il merkezinde geçirdik.Gaziantep’te kaldığımız sürece partinin efsane isimlerinden Kürt Reşit bizi misafir etti.Birlikte bir gün ve bir gece geçirdiğimiz Kürt Reşit’le dost olduk.Gaziantep’te başlayan bu dostluk ve parti yoldaşlığı Reşit’in bir meczup tarafından öldürüldüğü 1968 yılına kadar devam etti.

Kürt Reşit, Gaziantep’te sevilen ve sayılan bir şahsiyetti. TİP’in aydınlarla buluşmasından sonra da İstanbul ve Ankara’daki sosyalist çevrelerle dostluk kurmuş ve isim yapmıştı. Kendisiyle karşılaştığımda cezaevinden yeni çıkmıştı. İl örgütünde saygın ve sözü dinlenen bir konuma sahip olduğu hemen anlaşılıyordu. Kürt kökenliydi, çoğunluğu Kürt olan bir gecekondu bölgesinde oturuyordu. Yörede Kürt Reşit olarak isim yapmıştı. Gaziantep’te kendisini tanımayan yoktu. Partinin bütün yükü onun omuzlarındaydı. Bağış toplamak, toplantıların güvenliğini sağlamak, partinin hizmetinde kullanılmak üzere araba bulmak onun göreviydi. Herkese gitmezdi ama gittiği yerden de eli boş dönmezdi. İl çapında sevgi ve saygı üzerine kurulu bir otorite kurmuştu. Dürüst ve yardımseverdi. Hiç kimseyi kırmaz, herkesin yardımına koşardı. Bütün bu meziyetlerini Gaziantep’te kaldığım kısa zaman içinde, görüşebildiğim insanlardan öğrendim. Zira geçmişini ve hayat hikâyesini merak ediyordum.

GERÇEKTE KÜRT REŞİT KİMDİR

Bu sorunun yanıtını bulmam zaman aldı. Gaziantep ve Kahramanmaraş’ta yaptığım çalışmalarda,parti içindeki etkinliklerimde,İstanbul ve Ankara’da onu tanıyıp yaşam öyküsünü bilen pek çok insan tanıdım.Kendisinden söz etmeyen Kürt Reşit’in kim olduğunu bu çevrelerden edindiğim bilgilerden hareketle öğrendim.Daha sonra Yozgat eski milletvekili yazar arkadaşım Yusuf Ziya Bahadınlı,Gemileri Yamak adlı romanı ile Kürt Reşit’in efsaneleşen yaşam öyküsü olduğunu ancak Kürt Reşit’i yakından tanıyanlar anlayabilirdi.Roman yada öykü yazarı değilim ama Kürt Reşit hakkında öğrendiğim somut bilgilere dayalı yaşam öyküsün,özetle de olsa gelecek kuşaklara aktarmayı dostluğumuzun bana yüklediği bir sorumluluk sayıyorum.

Reşit 1922 doğumluydu. Tanıştığımızda 40 yaşlarındaydı. Hareketli, canlı, buyurgan ama sempatik bir kişilik sergiliyordu. Uzun yıllar önce, Besni civarından gelip Gaziantep’e yerleşen bir Kürt ailendendi. Evlerinde halen Kürtçe konuşuluyordu. Çocukluk ve gençlik yılları hep Gaziantep’te geçmişti.İlk gençlik yıllarında mahallesinde,daha sonra da il çağında dürüstlüğü,yardımseverliği ve cesaretiyle itibar kazanmıştı. Onun gençlik yıllarında,diğer Güneydoğu illerinde olduğu gibi , Gaziantep’te de kabadayılık ,kumar oynatma,haraç alma ve oğlancılık yaygın soysal hastalıklardı.Zorbalığın kol gezdiği o günkü ortamda namlı kabadayılar tacizine uğrayan gençler onun himayesine sığınırlardı.Nerde bir haksızlık varsa Reşit’in müdahalesi ile karşılaşıyordu.Sürekli mücadele içinde olması nedeniyle ortaokuldan sonra eğitimine son vermişti.Artık o da namlı bir kabadayıydı.Gitti kahvehanelerde,oyun salonlarında gazinolarda büyük itibar görüyordu.Saldırganlık yapan,gençlerden haraç alan,kumarda zorbalık yapan ya da gençlere tacizde bulunan kabadayıların korkulu rüyası olmuştu Reşit.O artık Gaziantep’te modern bir Robin Hood idi.Namlı kabadayıların rızkını kesmiş onları iş yaptırmaz duruma sokmuştu.Bu kaba dayılar Reşit’e saygı göstermelerine karşın,içten içe de diş bilemekteydiler.Fırsat bulurlarsa ortadan kaldırmaya kararlıydılar.Bir gün orta okuldan tanıdığı bir öğrencinin namlı kabadayılardan birinin tacizine uğradığını öğrenmiş.Gözünü kırpmadan ona saldırmıştı.Ölümcül olmayan birkaç bıçak darbesiyle adamı alt etmiş.Bir daha arkadaşını taciz ederse onu yaşatmayacağı uyarısında bulunmuş.Kürt Reşit’ten ağır bir darbe yiyen ve gururu incinen namlı ama kalleş kabadayı bunu unutmayacaktı.Bir gece eline geçen bir fırsattan yararlanarak ona arkadan saldırmış ve onu ağır bir biçimde yaralamış.Reşit böbreğinden ölümcül bir darbe almış.Ağır bir iç kanama geçiriyormuş.Ölümden kurtulması için acilen ameliyat edilmesi ve yaralı böbreğinin alınması gerekiyormuş.Hastanenin tek operatörü olan doktor evinde dinleniyormuş.Dış kanama olmadığı için , telefonla verilen bilgiye dayanarak , vakanın acil olmadığını düşünmüş.Kimi tavsiyelerde bulunarak tedavinin sabaha kalmasını önermiş.Ama reşit an be an ölüme gidiyormuş.Gençler hastaneye aklın etmiş.Aralarında kalleş kabadayıların tacizine uğrayan doktorun oğlu da varmış.Genç hemen babasına koşuyor ve acilen hastaneye gelip yaralı Reşit Güçkıran’ı kurtarmasını istemiş.Baba,’’ Telaşa gerek yok! İlk müdahale için talimatı verdim, sabaha bekleyebilir’’ diye yanıtlamış. Çocuk yaralıyı görmüş ve ölmekte olduğunu sezmiş.’’ Baba sana son kez ‘baba’ diyorum! Hayatını hiçe sayarak oğlunun onuru kurtaran bir genç ölmek üzere… Sense lakayt davranarak onu ölüme gönderiyorsun. Hemen kalkıp hastaneye gelip Reşit’i kurtarmasan sana bir daha baba demeyeceğim’’ demiş. Doktor tek söz söylemeden kalkıp, aceleyle hastaneye koşmuş. Hemen ameliyat edilen hastanın yaralı böbreği alınmış. İç kanama durdurularak Kürt Reşit kurtarılmış. Doktor bir sosyalistmiş; Kürt Reşit’in üstün meziyetlerini öğrenerek, kendisiyle arkadaş olmuş. Herkesin yardımına koşan bu cesur gencin mayasında insan sevgisi ve insanlığa yardım aşkı olduğunu anlamış.Bilgilenirse iyi bir sosyalist militan olacağını düşünerek Reşit ile arkadaşlığını ilerletmiş.Onun sık sık bir araya gelip,yurt ve dünya sorunlarını görüşüyormuş.Okuması için kitaplar veriyormuş.Artık Reşit önünde açılan yeni bir dünyanın adamıdır.İstemeden girdiği kabadayılar alemi onun dünyası olamaz.Bu aşağılık alemden elini ayağını çekmeye,işçi ve emekçi sınıflar için mücadele etmeye karar vermiş.Reşit emeğin en yüce değer olduğunu öğrenir.Yaşamını kabadayılıkla sürdürmektense emeğini kullanarak yaşayacaktır.Karar verdiği anda yarından tezi yok bir iş bulacak ve çalışacaktır.Ertesi gün valiliğe bağlı İl Bayındırlık Müdürlüğü tamir atölyesi şefliğine gitmiş.Atölye şefi , Kürt Reşit’i büyük bir saygıyla karşılamış.Kendisine ne gibi bir hizmette buluna bileceğini sormuş.Reşit çalışmak istediği,kendisine bir iş vermesini rica etmiş.Adam şaşkın,zira bütün Gaziantep’in saygı duyduğu Kürt Reşit kendisinden iş istiyordu.Kendisini motor tamircisi ustalardan birinin yanına çırak olarak yerleştirmiş. Artık Kürt Reşit zamanında işinin başında ve ustanın emrinde çalışan disiplinli bir işçidir. O günden başlayarak ildeki sosyalist aydınlarla arkadaşlık kurmaya başlar. Yeni dostlarının verdiği kitapları okur, öğrendikleri üzerinde tartışarak derinleşir. İş yerindeki sendikal örgütlenmeyi teşvik ve ildeki demokratik eylemlere öncülük eder. Sosyalizmle tanışma ve bilinçlenme sürecinde Türkiye İşçi Partisi’nin kurulduğunu öğrenmişti. Temas halinde olduğu dostlarının önerisini de gözeterek, kimi emekçi ve aydın dostlarıyla birlikte TİP Gaziantep il örgütünün kuruluşuna katıldı. Artık Kürt Reşit örgütlü sosyalist bir militandı.

Partinin ilk büyük kongresinde Genel Yönetim Kurulu(GYK) üyeliğine seçildi. Gaziantep ve çevresindeki illerin örgütlenmesinde ve GYK üyesi olarak genel merkezde aktif biçimde çalıştı. Yıllarca hem GYK’da hem de Gaziantep ve Kahramanmaraş’ta ve ilçelerinde birlikte çalıştık. Kimi zaman Diyarbakır’a kadar uzanır, diğer Güneydoğu illerinde de bize yardım etmeyi ihmal etmezdi. İyi motor ustası olmuştu. Ucuza alıp onardığı eski bir jeep-pikaptan Güneydoğu’daki örgütlenme çalışmalarında biz ede yararlanıyorduk.

Sosyalist mücadelede yetkinleşen Gaziantep’in Kürt Reşit’i yaşamının en verimli çağında, henüz kırkaltı yaşındayken, koruduğu ve sıkça yardım ettiği bir meczubun bıçaklı saldırısıyla hayatını kaybetti. Yaralandığı haberini parti genel merkezindeki toplantıda öğrendik. Mehmet Ali Aybar uçakla, ben de Canip Yıldırım’la ilk otobüsle Gaziantep’e gittik. Hemen hastaneye koştuk ve ona yatağında son nefesini verirken yetiştik. Yine de son nefesinde dostumuzun yanındaydık. Derin bir üzüntü içindeydik, ne yapacağımızı şaşırmıştık. Acı içinde bir köşeye çökerek cenazesinin kaldırılmasını bekledik.

Kürt Reşit, tüm sevenlerinin katıldığı büyük bir törenle ve dostlarının elleri üzerinde ebedi istirahatgahına defnedildi. M.Ali Aybar mezarı başında hepimiz acıya boğan duygu yüklü bir konuşma yaptı. Aybar, onun yardımsever, çalışkan, onurlu, mücadeleci, cesur ve bilinçli bir sosyalist olarak Gaziantep’e ve TİP’e yaptığı hizmetleri özetledikten sonra, ”Güle güle güzel ve cesur insan! Güle güle koca Kürt Reşit!” diye sözünü tamamlamıştı.

(Tarık Ziya Ekinci yukarıdaki anılarında Reşit Güçkıran’ın bıçaklanarak öldürüldüğünü yazmaktadır.Yazar yanlış hatırlıyor olabilir.Veya dizgi hatasıdır.Kürt Reşit tabancayla vurularak öldürülmüştür. )

Tarık Ziya Ekinci

Liceden parise anılarım

Günün birinde gazetelerde, “ Çalışanlar Partisi” adında yeni bir parti kurulacağı haberi çıktı. Arkasında Halk Partisi’nin olduğu söyleniyordu. Çalışmaları, Türk-lş’in Genel Başkanı Seyfi Demirsoy’la Halk Partisi’ne yakın kimi adayların yürüttüğü duyuluyordu. Aralık içinde Ankara’da toplanan Çalışma Meclisi’nde, Demirsoy hazırlıkların tamanüandığını ve Çalışanlar Partisi’nin birkaç gün içinde kurulacağını açıkladı. Bu açıklamanın yapıldığı toplantıda, TIP’- in kurucuları da bulunuyordu. T lP ’in gelişemediği, ölü doğduğu, yeni partinin bir an önce kurulması gerektiği konuşuluyordu. Çalışma Meclisi’nden çıkan delegeler, Fukara Tahir’in sendikasında (Yapı-İş) toplanıyorlar, geç saatlere kadar tartışıyorlardı. Kocaeli TİP II Başkam İbrahim Çetkin, Adana’- dan Mehmet Emin Yıldırım, Gaziantep’ten Ahmet Top, Reşit Güçkıran, İzmir’den Rahmi Eşsizhan, T lP ’i yaşatmaya kararlı idiler. Bu inatçı direniş, kurucuları yüreklendirmişti. Ankara’dan İstanbul’a umutlu döndüler. Ve döner dönmez toplanmışlar. Saatlerce tartışrhışlar, “ partiyi nasıl canlandırabiliriz” diye, ilk iş “Boş olan başkanlığa birini seçelim, ama bizlerden biri olmasın” demişler. “ Filanca olur mu, falanca olur mu?” diye kimi adlar üzerinde durmuşlar. Sonunda başkanlığı bana önermeye oybirliği ile karar vermişler. Ve de bu işi hemen bitirelim diye, bir minibüse atlayıp Bebek’in yolunu tutmuşlar. Adresimi bilen olmadığı için, karakoldan sormuşlar ve bir polisle mahalle bekçisinin eştiğinde bizim evin kapısını çalmışlar. Kapı çalındığında yatmaya hazırlanıyordum. Eşim Siret, “Camdan baktım, tanıdığım kimseler değil; yanlarında polis ve bekçi de var! Kapıyı açmadım” dedi. Kapıyı açtım. Kurucu arkadaşlar. ‘Hayrola, ne oldu?” dedim. “ Genel başkan olmanı istiyoruz” dediler. Şaşırdım kaldım. “ Ben nasıl genel başkanlık yaparım? Bu işleri hiç bilmem! Hem komünist olarak biliniyorum; ayrıca iki de açılmış dava var... Partiye zarar veririm” dedim. Direndiler. “ Bir iki gün izin verin düşüneyim, arkadaşlarla konuşayım” dedim. Genel başkanlığa getirilmemin öyküsü işte bu.

Mehmet Ali Aybar --- Uğur Mumcu Aybarla Söyleşi

Kürt Reşit’le tanışma anı

1960’lara gelindiğinde, hayatını kurmuş olan Hamdoş’un hayatını değiştiren an ise Kürt Reşit’le tanışması oluyor. Kürt Reşit, çoğu kişiyi olduğu üzere Hamdoş’u da sosyalist ağa Hasan Bayaz vasıtasıyla tanıştıkları anda büyüler. O Reşit ki, güçsüzlerin koruyucusu olarak namı yer etmiş, genelevde dostu olan bir kabadayıyken, ‘Komünist’ bir doktoru para karşılığı öldürmesi istenince, doktorla yakınlık kurmaya çalışan, yakınlık kurdukça da doktorun ezilenlerden yana biri olduğunu gören, bunun üzerine doktoru öldürmekten vazgeçtiği gibi, kendisini de sorgulamaya başlayan, alışkanlıklarından uzaklaşan, emek vermeden para kazanmanın yanlışlığını idrak ederek devlet dairesine işçi olarak giren, usta olan, Hasan Bayaz ve Galip ustanın etkisiyle sosyalist düşünceleri benimseyen, sosyalist camiada efsaneleşen, sonrasında da sürekli yardımına koştuğu, ancak, psikolojik problemleri bulunan TİP’li bir arkadaşı tarafından öldürüldüğü 1969’a kadar mücadelenin önemli bir figürü olarak hafızalarda yer edinen bir ‘devrimci’; ölmeden önce hastanede polise ifade verirken de, kendisini vuran yoldaşı için ‘psikolojik problemleri vardı, şikayetçi değilim’ diyecek kadar ‘delikanlı’ Kürt Reşit’tir. Hamdoş’la Reşit’in yoldaşlığı, Reşit ölene kadar devam eder. Hamdoş, Reşit’le tanıştıktan sonra TİP’e üye olur ve tüm zamanını, kendi deyimiyle âşık olduğu partisine ayırır. Öyle ki, artık Muhtar da olduğu için yükü arttıkça artar ve büyük aşkı Ayyuş dahi Hamdoş’a sitem eder, ancak, gene de tüm gücüyle Hamdoş’un yanında yer alır.

Antep’ten Yenimahalle kongresine

Hamdoş’un kitabı, bahsi geçen herkesin oldukları gibi anlatılmasıyla filmlerdeki kurgulardan ya da resmi söylemden ayrılıyor. Alevî, Kürt, Arap, Türkmen, iyi ve kötü olduğu gibi ve Hamdoş’un naif, sohbetvari üslûbuyla naklediliyor. Bu yönüyle de gerçeklikten kopmayı engelliyor; ancak, Hamdoş’un TİP içerisinde sıyrılmasına yol açan olay ise kaba tabirle, ‘ancak filmlerde görebileceğimiz’ bir rastlantı olarak çıkıyor karşımıza. TİP’e üye olan Hamdoş, üye olur olmaz, Mehmet Ali Aybar’ın ve Behice Boran’ın Antep’te katıldığı bir toplantıda ağaların halka yaptıklarını anlatmak ve çok sevmesine karşın kendisine haksızlık ettiğini düşündüğü Hasan Bayaz’a sitem etmek için söz almak ister. Kürt Reşit, Boran ve Aybar’ın konuşma yapacağından ve aynı ortamda bulunan Bayaz’ı küçük düşürmenin ayıp olacağından bahisle Hamdoş’u vazgeçirir konuşmadan. Toplantı sonrası yemekte Aybar’ın toplantının hiç iyi geçmediğini, kürsüye köylüler-işçiler çıkmadıkça bunun bir anlamı olmayacağını söylemesi üzerine Reşit, Hamdoş’la yaşanan diyalogu anlatır. Bunun üzerine Aybar üzülür ve Reşit’e sitem eder; Ankara’ya dönünce Hamdoş’a bir mektup yazarak mutlaka Ankara’ya gelip Yenimahalle kongresinde konuşma yapması gerektiğini bildirir. Şaşıran ve gururlanan Hamdoş, şalvar-yelekle gitmesinin uygun olmayacağı düşünülerek arkadaşlarının verdiği ayakkabı ve elbiselerle Ankara’ya gider, kitleyi coşturan-ağlatan konuşmasını yapar. Kürsüye gelen gözü yaşlı bir partilinin cebine koyduğu 500 lirayı da kendisinin kurtuluşunun tek başına bir anlam taşımayacağını söyleyerek partiye bağışlaması üzerine gönülleri iyice fetheder. Antep teşkilâtını da ayrıca gururlandırır. Bundan sonrası ise 1965 seçimleri için parti adına radyo konuşmaları, istek üzerine belediye hoparlöründen ya da semt kahvelerinde konuşma, TİP’in Antep seçim çalışmalarında da bir ‘karınca’ disipliniyle ve yokluklara karşın köy köy dolaşma, örgütleme, oy toplama, insanlara ulaşma çabaları biçiminde devam eder Hamdoş için. Bu çabaların sonucunda da tahminleri alt üst eden seçim başarısının ve Meclisteki etkili muhalefetin hazzını yaşar.

http://www.agos.com.tr/tr/yazi/8039/turkiye-isci-partisinin-gayriresmi-tarihi

FUAT ŞEN

Doktorlarının hastalığının ağırlaştığını açıkladığı bugünlerde, çağdaş destancılarımızdan Yaşar Kemal’in İnce Memed romanındaki kahramanlarla ilgili kimi açıklamaları da içeren aşağıdaki metni – kaybolduğunu sanıyordum – gün ışığına çıkarmak istedim. Üzerinde hiç işçilik yapmadan, ilk biçimiyle okurun değerlendirmesine sunuyorum. Umuyor ve diliyorum ki büyük anlatıcımız sağlığına kavuşur ve bu notlarda yazılanlarla ilgili düşüncelerini öğrenme olanağı buluruz.

Temmuz 2008’de üç hafta kadar Antep’te kalmıştım. O süreçte bir yandan Antep’i fiziki özellikleriyle (tarihi mekanlar, yollar, çarşılar vb.) öğrenmeye çalışırken, diğer yandan siyasal ve sanatsal konularla ilgili insanlarla tanışıp görüş alış verişinde bulunmaya çaba gösterdim. Daha önce adını duyduğum kimi kişi ya da olaylara dair araştırmalar yaptım. Bunlardan en dikkat çekici olanı ise Kürt Reşit’ti. 1964 doğumlu olduğunu öğrendiğim oğlu Özgür’le de tanışma olanağı bulduğum Kürt Reşit’in, Antep kabadayılık ve siyasal tarihinde derin bir iz bıraktığını fark ettim.

Kürt Reşit’in hayatı, siyasal çalışmaları, anıları, arkadaşlarının kendisiyle ilgili düşünceleri, fotoğrafları, oğlu Özgür tarafından oluşturulan internet bloğunda yer alıyor. Ayrıca 1965-1969 arasında TİP Yozgat milletvekilliği de yapmış olan eğitimci-yazar Yusuf Ziya Bahadınlı, 1969’da öldürülen Kürt Reşit’i, “Gemileri Yakmak” romanında “Memo” adıyla başkahraman yapar. Büyük ölçüde gerçek yaşamını yansıtan bu roman da önemli bir kaynak… Antep’te görüştüğüm Mahmut adında ve şimdi 77 yaşında olan arkadaşı, kendisi henüz 20’li yaşlardayken 1. TİP’e katılıp Kürt Reşit’le politika yapmış. Onunla bir jipe binip köyleri nasıl dolaştıklarını, zorlukları nasıl aştıklarını bana anlattığında, sosyalist hareketin Türkiye’de toplumsallaşmasında, dolayısıyla TİP’le birlikte sosyalizmin halk içine nüfuz etmesinde Kürt Reşit gibi yiğit halk önderlerinin büyük payı olduğunu anladım. Onun lise çağlarındayken başlayan haksızlığa karşı kabadayı hareketleri, 1940’lı ve 1950’li yıllarda Antep’te nam salan bir kabadayı karakterinin habercisi olur. 1950’li yıllarda malum güçlerce yönlendirilerek 1951 Tevkifatı’ndan buraya sürgün gelen eski TKP’li bir doktoru öldürmek üzere harekete geçtiği sırada doktoru tanıyınca ve onun fikirlerinden, verdiği kitaplardan oldukça etkilenince olaylara siyasal bakışı değişen, giderek sosyalist bir çizgiye kayan Kürt Reşit’in, daha sonra bir kamu kuruluşunda (YSE) işçileşme serüveni, devrimcileşme gerçeği önem kazanmaktadır. Bu olgunun; aslında Anadolu’nun birçok yöresinde bir biçimde haksızlığa uğrayıp öç alma duygusuyla dağa çıkan eşkıyaların, hapisleri boylayan kabadayıların, daha sonra mafyanın ya da çetelerin içine düşmesinin önüne nasıl geçilebileceği ve özellikle sınıf mücadelesine nasıl kazanılabileceği bakımından incelenmeye değer olduğunu düşünüyorum. Bu çerçevede çevremden duyduğum eşkıya ve kabadayı öykülerini yazmayı, içlerinden çarpıcı olanları da Kürt Reşit’in yaşamının bana gösterdiği doğrultuda değerlendirmeyi hedefliyorum.

Müslüm Kabadayı

Geçen aylarda 81 yaşında hayatını kaybeden Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) efsane isimlerinden "Hamdoş Dayı" Hamdi Doğan’ın 50 yıllık parti arkadaşı Mehmet Atay bir mesaj yayımladı.

“Kadîm yoldaşım Hamdoş” diyen Atay, “Bu telefondan seninle ne çok görüşmüştüm. Bu kez senin acını paylaşmak için kızın Halime ile görüşmek zorunda kalmaktan çok üzgünümün. Hiç coşkusu tükenmeyen senin gibi bir Partili tanımadım” ifadelerini kullandı.

Atay devamında şunları ekledi:

“Sen 'TİP'e aşıktın’ biz de sendeki bu inanca. Kürt Reşit'le yarattığınız Antep destanı Partili olmanın, yoldaş olmanın unutulmaz örneğiydi. Anılarından oluşan BEN TİP'E AŞIK OLDUM kitabın çıktığında telefon konuşmamızdaki sesin hâlâ kulaklarımı çınlatıyor. Nazım Usta gibi "O GÜN"ü biz de göremeyeceğiz belki ama senin gibi yoldaşların inancı, direnci, savaşçılığı gelecek kuşakların umudunu yeşertecek. Işıklar içinde sonsuzluğa yürü sevgili kardeşim, yoldaşım. İnancın, direncin yolumuzu aydınlatsın. Kürt Reşit'e, yitirdiğimiz diğer yoldaşlara bizden selam götür.”

Mehmet Atay

Odatv.com

https://odatv4.com/sen-tipe-asiktin-biz-de-sendeki-bu-inanca-15031903.html

Sömürüyü, adaletsizliği kitaplardan değil, yaşayarak öğrenmiştir. Türkmen Alevilerinden Hamdoş, ilkokul ikinci sınıftan terktir ama tahsili tamdır: “Karadan ağa dönüp ders-i dilara okuruz/ Mekteb-i aşka vardık, şimdi elifba okuruz” diyenlerin soyundadır. Avuçlarından saçılan tuzlarla kuzuları otlatan, gaddar ağaların topraklarında üç otuz paraya kazma kürek sallayan Hamdoş’un yüreğine sosyalizm hayalinden, adalet özleminden bir damlanın düşmesi yetmiş de taşmıştır bile. Sözlerinde tahsillilerin kibrinden zerre bulamazsınız, her kelimesi canlı hayattan süzülmüş özlerle yıkanmıştır. Bu itibarla, Hamdoş’un kaleminden dökülenler, muktedirlerin paşa gönüllerince yazıp çizdikleri tarih anlatılarına karşı öne sürülen sol bir karşı-tarih anlatısıdır. Hâsılıkelâm, 1961’de Antep’in namlı babayiğitlerinden Kürt Reşit’le ve dahi birçok insanla TİP’te siyaset sürdüren, TİP’in Türkiye sathında yarattığı umudu köy yollarında tabanları yarılarak yaymaya çalışan, kendi yekten sözleriyle “çalılı, dikenli, saldırgan köpekli, eli bıçaklı it oğlu itlerin içinden sıyrılıp bir düzlüğe” ulaşan Hamdoş’un hayat macerası, bugün sosyalizm düşünü çoğaltmak isteyenlere sunulmuş bir armağandır.

gaziantephaberler.net

Nazire Ekici

Şu Gazintepin yiğit külhan beylerinden 1 ekmeğini bir el ile yiyen şerefli kabadayılarından bikaç tanesini özet olarak alacağım şu sutunlara ve dünyaya örnek olarak belki bir gün yayılır (yayınlanır) yahut çöp tenekesine atılır belki benim yok olmama sebep olur belki beni zindanlarda çürüdür ne bahasına olur ise yazıp bu yiğitlerin ismini ve durumlarını anlatacağım reşit güçkıran Gaziantepte külhanbeylerinden yiğit bir halk çocuğudur lağabı kürt reşitdir oturduğu lokantada ve kahvede kimseye el uzattırmaz o masanın hesebini (hesabını) gendisi verir ve parası olmayınca evdenm dışarı çıkmaz yalan söylemez 1 nolu sosyalistdir ve vilayetimizde fakir halkına gendisini amma yokluk seneler senesi gendisini mahvetmişdir ertesi (adresi) kürt mahallesi Mehmet ali taş Gaziantebin güreniz köyünden atar (attar) mehmedin oğlu koska mustafanın kardaşıdır şimdi Gaziantebin tepebaşı mahallesinde oturur ve ipek dokuma tezgahı işleyip geçinmektedir yoksulluktan türlü ıstıraplar çekmektedir aslında yiğit kabadayı şerefli hörmetkardır oturduğu masada kimseye para verdirmez ve insanlığın örneğidir zamanla eyi gün görmüş halli vakti eyi imiş babası vefat ettikten sonra 1 dikili ağacı kalmamış kadere boyun eğmiş bu sıkıntılarla türlü hastalık almışdır ve sosyalistliğe örnek olmuşdur Kürt abdulla yiğit külhanbeyi namlı bir gişidir yoksulluk gendini yok etmiş 1 no sosyalistdir 1 ekmeği bir elle yiyen insandır ve gendini insanlığa adamış dürüst gişidir

bakkal şefik gönenç

http://www.tabularatalanayalanabalta.com/wp-content/uploads/2016/01/An%C4%B1lar-6-Emanet-S%CC%A7af%C4%B1k-G%C3%BCnen%C3%A7-Emaneti.pdf

Türkiye’de her seçimin kendine özgü bir hikâyesi var. Yine de bazı seçimler var ki gerçekleştiği koşullar ve sonuçları itibarıyla diğerlerinden biraz daha “özel”. 1965 milletvekili genel seçimleri bu “özel” seçimlerden bir tanesi. Sebebi herkesin malumu: 1961 yılında 12 sendikacı tarafından kurulmuş, amblemi çark ve başaktan oluşan, sloganı ‘Köylüye Toprak Herkes İş’ olan bir partinin, nam-ı diğer Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) seçimlerde yüzde 2,97 oy alıp 15 vekille Meclis’e girmesi.

Tüzüğünde kendisini “…işçi sınıfının ve onun demokratik öncülüğü etrafında toplanmış bütün emekçi sınıf ve tabakaların… kanun yolundan iktidara yürüyen, siyasi teşkilâtı” olarak tanımlamış; “…işçi sınıfı ve emekçi halk yığınlarının, yurt işlerinde söz sahibi olmasını” amaçlarından biri olarak belirlemiş; “partinin bütün organlarında görevli bulunanlardan yarısının… kendisi üretim araçlarına sahip olmadığı için emek gücünü üretim aracı sahiplerine satarak yaşayanlar veya işçi sendikaları yönetim organlarında görevli bulunanlar”dan oluşacağını ifade etmiş bir partinin bu başarıya ulaşması nasıl mümkün oldu? 1 Aradan geçen onca zaman rağmen öncesi ve sonrasıyla önemini koruyan bu deneyimi “onların uyandığını” görmezden gelerek milli bakiye sistemiyle açıklamaya çalışan veya eli kalem tutanların, hitabet ustalarının meziyetlerinden ibaret gören her girişim kadük kalmaya mahkûm. Ne var ki Cem Mert Dallı’nın, “…parti merkezinin sözünü köylüye, partinin dar gelirli vatandaşa, yoksula sözünü aktarması ve toplumda bir karşılık bulmasının ardında yatan örgütlenme deneyimlerinin”, ‘büyük siyaset’teki başarılarının yanında bugün biraz sönük kalmışa benziyor.” tespiti 2 de bir gerçek. Dallı, Tanıl Bora ve Murat Sevinç’in ortaklaşa dikkat çektiği bir diğer husus da maalesef “sıradan TİP’lilerin”, “solun-sosyalizmin şehirli tahsilli orta sınıf dışındaki kahramanlarının (veya mümessillerinin)” 3 sosyal mücadeleyle iç içe yaşamlarının pek bilinmemesi.

Bu değerlendirmelere katılmamak elde değil. Elinizdeki dosyanın 1965 seçimleri başlığı, yukarıda sözü edilen “sönüklüğe” ve nisyana itiraz eden çabalara katkı sağlamak umuduyla TİP özelinde emekçilerin “başka bir dünya” mücadelesinin isimsiz kahramanlarına ve onların seçim başarılarını da (belediye başkanlığı ve muhtarlıklar dahil) mümkün kılan örgütlenme deneyimlerine odaklanacak. Başlı başına bir kitap konusu olacak bu çalışmayı TİP’in faaliyet yürüttüğü tüm şehirleri kapsayacak şekilde bir derginin sınırları içinde gerçekleştirebilmek maalesef mümkün değil. Bu nedenle yazı/söyleşimizde TİP’in ülke içinde estirdiği havayı en iyi örnekleyebilecek şehirlerden biri olan Antep esas alınacak. (Bursa, Balıkesir, Denizli, Yozgat, Malatya, Amasya, Giresun, Kars, Diyarbakır, Bingöl, Adıyaman, Hatay vb. pek çok şehirde Fevzi Kavuk, Şerafettin Atalay, Şinasi Dikmen, Canip Yıldırım, Tarık Ziya Ekinci, Ziya Önder ve adını burada anamadığımız nice TİP “sevdalısı” öncülüğünde “gözlerden uzakta” sarf edilmiş büyük emeğe yerimizin darlığı nedeniyle sadece selam gönderebiliyoruz.

Antep’in (ve aslında ona bağlı olarak Maraş ve Urfa’nın) TİP çalışmasının en iyi örneklemlerinden biri olmasının sebebi, nüfusun çoğunluğunun kırsalda yaşadığı (TÜİK verilerine göre 1960’ta yüzde 68,1, 1965’te yüzde 65,6) bir zaman diliminde TİP’in aydınları ve sendikacılarıyla az-çok görünür olduğu İstanbul, Ankara ve İzmir gibi merkezlerden uzakta olsa da Çetin Altan’ın Onlar Uyanırken 4 kitabının “Mektuplar” bölümünden de anlaşılacağı üzere “işçisi, ırgatı, marabası, şoförü, kahvecisi, bakkalı, terzisi, zanaatkârı ve arkasız memuruyla Türkiye emekçi halkı” içinde oluşan coşkuya sahne olmuş bir şehir olmasıdır öncelikle. Malum, Türkiye’de siyasi hareketler için hep söylenegelen bir laftır Ankara’nın ötesinde de örgütlü olmak. Toplum içindeki etkinliğin nişanesi olan bu laf, yukarıda da değinildiği üzere ilgili zaman diliminde çok daha geçerlidir. TİP’i aslında TİP yapan taşradaki örgütlenmesinin en önemli mekânlarından biri olan Antep ve çevresi o dönemki ekonomik- sosyal yapısıyla, bir sol-sosyalist partinin halk içinde siyaset yürütürken bugün de büyük ölçüde karşılaştığı güçlüklerin kesişim kümesi gibidir. Ağalık düzeni, Kürt meselesi, toplumdaki Alevi-Sünni ayrışması, 5 dindarlık ve bunların üzerine sağ partiler ve Komünizmle Mücadele Dernekleri gibi örgütlerin karşı faaliyetleri. TİP’in Türkü ve Kürdüyle, Alevisi ve Sünnisiyle, dindarı ve inançsızıyla Antep’i ve çevresini kucaklayan çalışması bu bakımdan ayrı bir yer tutmaktadır. TİP’i Antep’te var eden üyelere yakından baktığınızda, kurgusal romanlardan değil halkın içinden çıkmış, her şeyleriyle sahici, onunla aynı dilden konuşmayı bilen, hasletleriyle çevrelerinde saygı uyandırmış “sıradan” insanlardan ve yoksullarla arasına duvar örmeyip mesleklerini icra ederken onlarla dayanışma içinde olmuş, örnek alınacak karakterdeki tahsillilerden oluştuğunu görürsünüz.

Partilerinin sesini halka ulaştırmak için fedakârlıklarla dolu bir yaşamı kabul etmiş bu kahramanlar birbirlerinden etkilenerek mücadeleye atılırlar. Aralarında yaşamlarının sonuna kadar devam eden kopmaz bir bağ oluşur. Bu bağı sağ kalanlarla hayatta olmayanların yakınları arasındaki, dışarıdan bakana aynı “ailenin” fertleriymiş gibi hissettiren ilişkilerde gözlemlersiniz. Böyle bir örgütün çabaları sonuç olarak “bir berberin, müşterisine eşitliği ve sömürüyü anlatması; ciğercinin kebabını şişe dizerken parti tüzüğünden söz etmesi; kalaycının ve marangozun sömürünün bilincinde oluşları…”na dönüşür. 6 Galip Ataç, Saip Atay, Hamdi Doğan, Vedat Kutlar, Güner Samlı, Fehmi Çelikbaş, Şefik Günenç, Hayri Kurtgözü, Baki Çelikel, İbrahim Poyraz, Muharrem Arıca, Ahmet Top, Süleyman Ceydeliler, Ökkeş Sevim, Hayri Balta, Nuri Mermer ve daha nice güzel insan TİP’in Antep’teki mücadelesinin “mümessili” olurlar. Ama bir isim vardır ki Yaşar Kemal’in deyişiyle TİP ve genel başkanı Mehmet Ali Aybar’la “halkın bağlantısı olan şah damarı”dır. Yiğitliği ve dürüstlüğüyle nam salmış bir kabadayıyken sosyalist fikirlerle tanışan ve akabinde eski yaşamını bir kenara bırakıp nafia (bayındırlık) işçisi olarak çalışmaya başlayan Reşit Güçkıran’dan, nam-ı diğer Kürt Reşit’ten bahsediyoruz. İleride can yoldaşı olacak “Azap Ali’nin oğlu çoban Hamdoş” ya da biz küçüklerinin bildiği haliyle “Hamdoş Dayı” (Hamdi Doğan) Çapalı köyüne yapılan TİP ziyaretinde Reşit Güçkıran’ın etkisini şöyle aktarır: “Köydekilerle ayaküstü Reşit’ten söz ettik. Herkes kendine göre bir şey söylüyordu. Kimi: ‘adamda hiç kibir yok, görmediniz mi! Çoban Halil’in elini öptü’. Kimi: ‘Adamı gördünüz mü! Kendi elleri ile kebap yapıp ikram etti, rakı ikram etti.’ Bir başkası; ‘Siz adamın konuşmasını dinlemediniz mi! Zenginlerin sırtımızda direğe binip höngülüm höç oynadıklarını, birinin inip diğerinin çıktığını anlattı’… Reşit köye gelir gelmez başına toplanan kişileri birkaç saat içinde etkileyip kendine bağlamıştı.” Ona sıkıya sıkıya bağlananlar arasında Hamdoş Dayı da olacak ve TİP’e katılacaktı. Tarık Ziya Ekinci ve Kemal Duykan’ın Reşit Güçkıran için sarf ettiği övgü dolu benzetmelere burada yer vermeyeceğim. (Okurlar bu yazının sonunda öneri olarak sunacağım kitaplardan bu görüşleri okuyabilirler.) İlerleyen satırlarda söyleşimizin konuğu olacak, oğlu Aydın Güçkıran’ın bu benzetmeleri tasvip etmediğinden emimim. Zira kendisiyle bu konuları ne zaman konuşmaya çalışsak o hep bir şekilde ‘kolektif’e vurgu yapar ve lafı, bir kısmını yukarıda andığım isimlere getirirdi. Son görüşmemizde de böyle oldu. Ama en azından şu kadarını aktarmanın, Reşit Güçkıran’ın yarattığı etkinin boyutunu okurlarımızın anlayabilmesi için gerekli olduğunu düşünüyorum. Güçkıran’ın yaşamını yitirmesinin ardından Yaşar Kemal’den Hasan Hüseyin Korkmazgil’e, Çetin Altan’dan Kemal Burkay ve Yusuf Ziya Bahadınlı’ya pek çok isim dava arkadaşlarını saygı duruşu niteliğinde cümlelerle anar, şiirini ithaf eder, roman sayfalarına taşır. “Yumuşak bir halının üzerinde duran yalın bir kılıç” olarak tasvir edilen Güçkıran için en anlamlı ve bugüne de ışık tutan sözler ise canı gibi sevdiği Mehmet Ali Aybar’dan gelir: “Reşit’in hayat macerası, sosyalizmin ahlaki gücünü, eğitici vasfını pek açık şekilde ortaya koymaktadır. Sosyalizmi ekonomik bir şemadan ibaret sayanlar, fukara Reşit’in fedakarlıkla dolu hayat hikayesi üzerine ibretle eğilmelidirler. Reşit’in hayat hikayesi, genç kuşaklar için örnek alınacak, tükenmez bir fazilet ve feragat kaynağıdır.” 7 Kanımca Antep’in son 30-35 yıldır emek mücadelesinin merkezlerinden biri olmasında bu kuşağın yarattığı kültürün ve sonrakilere yolu açan sebatkârlığının rolü büyüktür. Aynı şey kuşkusuz diğer şehirler için de geçerli. Yazı/söyleşimiz umarız TİP’in taşradaki bu büyük çabasının görünür kılınmasına ve bugünü kastederek “İlk defa sosyalizmi insanlara sosyalistler anlatır hale geldi.” gibi tarihi kendinden başlatan talihsiz açıklamaların bir kez daha düşünülmesine hizmet eder. Babası da bir TİP “sevdalısı” olan Sırrı Süreyya’nın Atilla Karaduman’a söylediği gibi, “eğer halen varsak onlar sayesindedir.”

OKUMA ÖNERİLERİ:

Kitap

Galip Mükerrem Ataç, Kırklı ve Altmışlı Yıllarda Antepli Sosyalistler, Sosyal Tarih

Yayınları, İstanbul, 2011.

Hamdi Doğan, Türkiye İşçi Partisi’ne Aşık Oldum, İletişim Yayınları, İstanbul,

2014.

Yusuf Ziya Bahadınlı, Gemileri Yakmak, Yeni Dünya Yayınları, İstanbul, 1977.

Hasan Öztürk, Çınarlı Köyün Muhtarı, TÜSTAV Yayınları, İstanbul, 2008.

Tarık Ziya Ekinci, Lice’den Paris’e Anılarım, haz. Derviş Aydın Akkoç, İletişim

Yayınları, İstanbul, 2013.

7 Cem Mert Dallı, “Taşradan Tip Manzaraları”, Birikim 316/317 (2015), s. 147.

Orhan Miroğlu, Canip Yıldırım ile Söyleşi: Hevsel Bahçesinde Bir Dut Ağacı,

İletişim Yayınları, 2005.

Derviş Aydın Akkoç, Fırtınalı Denizin Kıyısında - Şansal Dikmen Kitabı , Ayrıntı

Yayınları, İstanbul, 2014.

Çetin Altan, Onlar Uyanırken, Yordam Kitap, İstanbul, 2017.

Şükran Kurdakul, Cezaevinden Babıali'ye Babıali'den TİP’e, Evrensel Basım

Yayın, İstanbul, 2003.

Artun Ünsal, Umuttan Yalnızlığa Türkiye İşçi Partisi (1961 - 1971), Kırmızı Kedi

Yayınevi, İstanbul, 2020.

Dergi ve Gazeteler

Cem Mert Dallı, “Taşradan Tip Manzaraları”, Birikim 316/317 (2015): 136-147.

“Efsane Muhtar Fevzi Kavuk ile Söyleşi”, ÇiniKitap 19 (2013)’den kıs. aktaran

http://www.bursadakultur.org/Fevzi_Kavuk.htm

Kurtuluş Cengiz, “Deli Müdür, Kanarya Ahmet ve Komünist Bir Çingene”, Birikim

316/317 (2015): 129-135.

Yaşar Kemal, “Proleter Şöförle Konuştum”, Ant 33 (1967): 8-9. Ayrıca bkz.

https://www.tustav.org/yayinlar/sureli_yayinlar/ant-haftalik/Ant%20-

%20Haftalik%20-%20C-2%20-%20Sayi%20-%20033.pdf

Fevzi Günenç, “Bir TİP Havarisi olan Hamdoş’un Acıyı Tad’a Dönüştüren Anıları:

10”, Yeni Çizgi Haber, https://yenicizgihaber.com/koseyazisi/bir-tip-havarisi-

olan-hamdosun-aciyi-tada-donusturen-anilari-10-yazisi-324.html

Murat Sevinç (2018), “Hamdoş abi…”, Gazete Duvar,

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/07/15/hamdos-abi.

Atilla Karaduman (2018), “Hamdoş Dayı Mine Urgan’ın ayakkabısını nasıl giydi!

S. Süreyya Önder Ne Dedi?”, Gaziantep Haberler,

https://www.gaziantephaberler.com/amp/makale/7919241/atilla-

karaduman/hamdos-dayi-mine-urganin-ayakkabisini-nasil-giydi-ssureyya-

onder-ne-dedi

Attila Aşut (2017), “Çınarlı Köyün Muhtarı”, Birgün,

https://www.birgun.net/haber/cinarli-koyun-muhtari-147468

AYDIN GÜÇKIRAN’LA SÖYLEŞİ

TİP’in ilk (kurucu) genel başkanı Avni Erakalın. Ama bildiğimiz TİP’e rengini veren dönem aslında bir yıl sonra, Mehmet Ali Aybar’ın genel başkan olmasıyla başlıyor. Aybar kurucular arasında olmayan ama aydınlar arasında oldukça tanınan bir sima. Ona yönelik çağrı, partinin yeni bir siyasi hatta yelken açması olarak düşünülebilir mi? Bildiğim kadarıyla Aybar’ı ikna etmeye çalışan heyetin arasında babanız da var. Evet, Uğur Mumcu’nun yaptığı söyleşide Aybar detaylıca anlatmış bu durumu. Olay kendisinin aktardığına göre şöyle gelişmiş: “… Fukara Tahir’in sendikasında (Yapı-İş) toplanıyorlar, geç saatlere kadar tartışıyorlardı. Kocaeli TİP İl Başkam İbrahim Çetkin, Adana’dan Mehmet Emin Yıldırım, Gaziantep’ten Ahmet Top, Reşit Güçkıran, İzmir’den Rahmi Eşsizhan TİP ’i yaşatmaya kararlı idiler. Bu inatçı direniş, kurucuları yüreklendirmişti. Ankara’dan İstanbul’a umutlu döndüler. Ve döner dönmez toplanmışlar. Saatlerce tartışmışlar, ‘partiyi nasıl canlandırabiliriz’ diye. İlk iş ‘Boş olan başkanlığa birini seçelim, ama bizlerden biri olmasın” demişler. ‘Filanca olur mu falanca olur mu?’ diye kimi adlar üzerinde durmuşlar. Sonunda başkanlığı bana önermeye oybirliği ile karar vermişler. Ve de bu işi hemen bitirelim diye, bir minibüse atlayıp Bebek’in yolunu tutmuşlar. Adresimi bilen olmadığı için, karakoldan sormuşlar ve bir polisle mahalle bekçisinin eştiğinde bizim evin kapısını çalmışlar. Kapı çalındığında yatmaya hazırlanıyordum. Eşim Siret, ‘Camdan baktım, tanıdığım kimseler değil; yanlarında polis ve bekçi de var! Kapıyı açmadım’ dedi. Kapıyı açtım. Kurucu arkadaşlar. ‘Hayrola, ne oldu?” dedim. ‘Genel başkan olmanı istiyoruz’ dediler. Şaşırdım kaldım. ‘Ben nasıl genel başkanlık yaparım? Bu işleri hiç bilmem! Hem komünist olarak biliniyorum; ayrıca iki de açılmış dava var... Partiye zarar veririm’ dedim. Direndiler. ‘Bir iki gün izin verin düşüneyim, arkadaşlarla konuşayım’ dedim. Genel başkanlığa getirilmemin öyküsü işte bu.”

TİP’in taşrada örgütlenmeye ne kadar değer verdiğini gösteren adımlardan birisi, 12 Mayıs 1963’te Genel Yönetim Kurulu toplantısını Antep’te gerçekleştirmesi. Bu toplantıyı hatırlıyor musunuz? Muhtemelen heyecanlı bir telaş yaşanmıştır TİP Antep ailesinde.

Bildiğim kadarıyla Antep en çabuk toparlanan parti örgütü. Çalışkan, atak ve heyecanlı bir kadroya sahip. Antep sınai ve ticari ilişkileriyle Güney, Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerine hızla ulaşılabilecek bir noktada duruyor. Sanıyorum partinin çalışmalarının buradan yayılması önemliydi. Tabii ki o zamanlar ve hatta hâlâ mahrumiyet bölgesi olarak görülen Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde böyle etkinlikler oralara verilen değerden de ileri geliyordu. Mesela TİP 2. Büyük Kongresi’ni 20-24 Kasım 1967’de Malatya’da yapmıştır. GYK toplantısının yarattığı heyecana gelince, aslında o dönem TİP’te yer alan her üye her sempatizan hep heyecanlıydı. Toplantı özelinde şunları söyleyebilirim. Gelen misafirlerin şehir girişinde karşılanması, evlerde ağırlanması, tanışmak için o evlere dolan komşular, toplantı yeri ayarlanması, katılımcıların yoğunluğu ve tabii ki güvenliğin sağlanması, vb. bunlar hiç kuşkusuz ayrı bir heyecana sebep olmuştur. Çünkü bu GYK toplantısı tüm illere örnek olmalıydı.

Antep’te sosyalist mücadelenin tarihi 1940’lı yıllara kadar uzanıyor sanırım. Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’nin Antep şubesini kuranların TİP Antep’in öncülleri olduğu söylenebilir mi? Tabii olabilir. Hâkim sınıflar Antep’in ilerici damarını (tüm ülkede olduğu gibi) kıramamışlardır. Bu damar her zaman var olmuştur. Ancak öncüller konusunda çok net bir şey diyemeyeceğim. Anı yazmayı, günlük tutmayı sevmeyen bir tarafımız var. Özel olarak araştırmadım. Geriye baktığımda Galip M. Ataç Amcamızın yazılarını ve bu konudaki çalışmalarını biliyorum.

TİP’in Antep’teki çalışmasında köylüler ve esnaf-zanaatkârlar dikkat çekiyor. Berberler, ciğerciler, kalaycılar, marangozlar, terziler… Terzilerin tümünün TİP üyesi olduğu söyleniyor hatta. Bu bir şehir efsanesi mi yoksa hakikat mı? Efsane değil kesinlikle. Yani yüzde yüz olmasa da yüzde doksan desek yanılmış olmayız. Parti üyelerinin herhalde tamamına yakını esnaftı. Terziler bu bakımdan ayrı bir yere konmayı hak ediyorlar. Bu kadar zaman geçmesine rağmen bir çırpıda 10-15 tanesinin adını sayabilirim. Şöyle bir şey anımsıyorum. TİP kapatılıp tabelaları indirildiğinde, parti üyesi terzilerden İbrahim Amca hemen gidip dükkanına yeni bir tabela yaptırmıştı. Tabelanın üzerinde, baş harfleri büyük ve diğerlerinden farklı renkte olacak şekilde Terzi İbrahim Poyraz yazıyordu. İbrahim Amca kapatılan partinin yeni adresini bu şekilde işaret etmişti.

Taşradaki tüm TİP çalışmalarında ortak bir yan var gibi. Günlük hayatın içinde kurulan insani ilişkiler, halkın diliyle konuşmak haricinde doktor, avukat, öğretmen, arzuhalci gibi meslek gruplarından üyelerin halk üzerindeki etkisi. Aileniz için özel bir yere sahip olan Dr. Saip Atay bildiğim kadarıyla Antep’te bu simalardan birisi.

Evet, Doktor Saip Amcamız hem Antep’in hem de TİP’in güzel insanlarından biriydi. Varlıklı olmasına rağmen emek mücadelesinin bir savaşçısı olmuştur. Kendisi yoksulların, köylülerin doktoruydu. Çoğundan para almazdı. İlaç firmalarının verdiği tanıtım ilaçlarını onlara dağıtırdı. Köylülerin muayene ücreti yerine getirdikleri yumurtayı, yoğurdu, yağı başka yoksullara verirdi. Ailemiz için özel bir yeri vardı. Elini üzerimizden hiç çekmedi. Hastalandığımızda tedavi etti, ilacımızı verdi, cebimize para koydu. Babamın vurulduğu yıldan başlayarak kendisi vefat edene kadar her sene evimizin zahiresini evimize gönderdi.

Köylüler içindeki çalışmada Hamdoş Dayı ayrı bir yere sahip Antep için. Yine babanız bayındırlık işçisi olması sebebiyle çok sayıda köyle temas halinde o dönem. TİP Antep’in köylerdeki etkisini nasıl tarif edersiniz?

Hamdoş Amca Antep’in Çapalı köyünden. Sonrasında burada TİP adayı olarak muhtarlık da yapacak. Benim burada aktaracaklarımla bitmez yaptıkları. O yüzden en iyisi mi bu çalışmaları onun kendi kaleminden, Türkiye İşçi Partisi’ne Aşık Oldum adlı kitabından okumanız.

Babam Bayındırlık yani o zamanki deyişle Nafia Müdürlüğünde çalışıyor. Ustalığı iş makinası operatörlüğü. İşi gereği köy yollarını greyderle açarken her köyde kendisine sohbet imkânları doğuyordu. Gerek köyler için yaptığı faydalı işler gerekse hoş sohbeti sayesinde gittiği her köyde partisine faydalı olacak ilişkiler kuruyordu. Bu ilişkiler seçimlerde çok işlerine yarayacaktı. Hiç oy gelmez dedikleri köylerden oylar çıkacaktı.

Bu söyleşi için hazırlık yaparken karşılaştığım ve biraz da hayretle karşıladığım bir diğer şey de TİP çevresince Antep’te çıkarılan haftalık Toplum gazetesi. O zamanki şartlarda bunu gerçekleştirebilmek gerçekten muazzam. Gazetenin kuruluşuna ve yayın hayatına dair neler söyleyebilirsiniz bize? Dikkatimi çeken en hoş ayrıntılardan biri gazetenin aldığı reklamlar. Zennube Şarapları, Burç Şarapları… Toplum gazetesinin kuruluş süreci hakkında pek bilgim yok. Ama sahibi Güner Samlı Amcamız Antep’in köklü ailelerinden. O zamanlar genç bir aydın. Yiğit, korkusuz, biraz kekeme olan neşe dolu bir güzel insan. Ha bire gazetede yazılanlardan dolayı mahkemelik olan ama vazgeçmeyen yürekli bir adam. Toplum gazetesi incelendiğinde emeğin, emekçinin yanında olduğu görülecektir. Antep’te TİP’in yayın organı gibidir. Şarap reklamlarına gelince. Zennube Çapalı markaları Hasan Bayaz’ındı. 8 Babam da bir dönem şarapların dağıtım işini üstlenmişti. Tabii gazeteye yardım amacıyla reklam veriliyordu. Burç Şarapları ise Köylüoğlu’nun diye biliyorum. Sanıyorum şarap ilişkisinden dolayı onlar da reklam veriyordu. “Antep’in etrafı bağ ile bostan” diye türkü vardır. Antep’in rakı ve şarap fabrikalarını birinin kesinlikle yazması gerek.

Sağ partilerin ve Komünizmle Mücadele Dernekleri gibi örgütlerin o dönem TİP’i taşrada karalama çabaları malum. Antep’teki TİP üyeleri de sanırım bununla karşı karşıya kalmıştır diye düşünüyorum. Bunu nasıl aşabildiler? Tabii ki karalamalar oluyordu. Bildiğimiz malum suçlamalar; “ana bacı bilmezler”, “Moskova’dan para alıyorlar” ve hatta “evlerinin altından Moskova’ya tüneller var” gibi ipe sapa gelmez söylentiler. Ama bunlar genelde çok rağbet görmedi. Çünkü partililer halkın eskiden beri tanıdıkları, sayıp sevdikleri komşuları, terzileri, öğretmenleriydi. Komünizmle Mücadele Dernekleri bir iki defa sataşmak istese de amacına ulaşamamıştır. Bir defasında 25-30 genç Şehitler Abidesi’nde gösteri yapmıştı. Parti binası da abidenin tam karşısındaydı. Partide bulunanlar telaşlanmışlar acaba bir saldırı olur mu diye. Babam, “Kimse dışarı çıkmasın!” dedikten sonra kendisi bir sandalye alıp kapının önüne oturmuş. Dönüp binaya bile bakmadan dağılmış, gitmişler. İşte burada tanınmak, sayılmak, saygı duyulmak devreye giriyor.

8 “Sosyalist ağa” olarak bilinen Hasan Bayaz, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde kimya okuduktan sonra şarapçılık üzerine iki yıl Fransa’da ihtisas yapmıştı. Türkiye’ye döndüğünde İstanbul ve Tekirdağ’daki şarap fabrikaları ve laboratuvarlarında kimyager olarak çalışan Bayaz ileriki yıllarda ağası olduğu Çapalı köyünde şarap fabrikası kuracaktı. Bayaz aynı zamanda terzi Necip Diken, terzi Galip M. Ataç, sinema makinisti Nuri Özkan ve fotoğrafçı Hayri Koral’la birlikte 1946 yılında Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’nin Antep şubesini kuranlardan biriydi ve haklarında açılan dava nedeniyle 2,5yıl cezaevinde yatacaktı.

Tekrar Hamdoş Dayı’ya dönmek istiyorum. Onun Ankara-Yenimahalle kongresinde yaptığı meşhur bir konuşma var çok iyi bildiğiniz üzere. Orada bir ayakkabı hikâyesi de var. 9 Okurlarımızla paylaşmak ister misiniz? Hamdoş Amca kongreye gidecek ama doğru dürüst kıyafeti yok. Birisi gömlek verir, biri ceketini verir, babam da ayakkabısını. Hamdoş Amca kongredeki konuşmasının bir yerinde, “Buraya gelirken ceketi ... verdi, şu gömleği ... verdi, şu ayakkabıyı da bir arkadaş verdi” deyip ayakkabıyı çıkarıp gösterir isim söylemeden. Ayakkabının tabanı deliktir!

1965 seçimlerinde TİP’in kazandığı 15 vekilliğin biri Antep’ten. Antep üyeleri aynı zamanda Maraş ve Urfa’da çalışma yürütüyor. Hamdoş Dayı’nın TİP adına TRT radyosundan yaptığı seçim konuşması da oldukça ilgi görüyor. Antep örgütü tüm Güneydoğu’ya destek veriyor. O köy çalışmalarının faydalarını seçimlerde görüyorlar. Hiç oy beklenmeyen Maraş’tan hatırı sayılır oy alınıyor. Babamın Maraş’tan aday olması dağ köylerini, Alevi Kürt kesimleri TİP’e çekiyor. Bu oylar diğer bölgelerde milletvekili çıkarmaya destek oluyor.

Babanızın siyasetle tanışması esasen TİP’le ama 1960 öncesinde isimsiz bir bildiri dağıtanlara korumalık yapıyor. Paylaşmak ister misiniz? Bildiri konusunu biliyorum ama tarihini hatırlamıyorum. Bu bildiri olayı için siyasi şubeye alınıyor. Komiser diyor ki “Reşit Ağa seni biliriz tanırız, başka ne iş yapsan sana dokunmayız ama bu siyaset işlerine bulaşma!”

TİP’le tanıştıktan sonra eski yaşamını tümüyle elinin tersiyle itiyor Reşit Güçkıran. Sonrasında işçileşmeyi ve bir işçi gibi yaşamayı tercih ediyor doğuracağı tüm yoksulluğa rağmen. TİP üyesi olarak ilk yaptığı işlerden biri de 1 Mayıs’ta piknik örgütlemeye çalışmak. Siz tüm bu süreci nasıl hatırlıyorsunuz?

O piknik benim en güzel anılarımdan biridir. Burada çekilen fotoğraf babamla beraber çektirdiğimiz iki fotoğraftan biridir. Tabii çok küçüktüm, detayları hatırlamıyorum. Nafia işçileri kamyonla babamı evden almaya geldiler. “İşçi bayramına gidiyoruz” deyince benim ağlamalarıma dayanamayan bir abi beni kaldırıp kamyonun kasasına koydu. Nafiadan iki amcamızı hatırlarım: Zülfikar Tigrek ve kaynakçı Mehmet Ekmen. Babamda siyasi bilinç oluşunca o anki yaşamın yanlışlığını, saçmalığını ve yürüyeceği yola yakışmadığını anlar. İradesi güçlüdür, eski yaşamına çizgi çeker. Bayındırlığa başvurur işçi olarak ve yeni bir yaşama başlar. Yoksulluğa gelince, babam kabadayılığı para pul, avanta vb. için yapmamış bir yoksuldu ve öylece devam etti. Sonrasında işine sahip çıktı, çalıştı, okudu, öğrendi. Tabii ki biz okuma alışkanlığını babamdan aldık. İş makinalarına ait kalın kalın kitaplar okurdu. Ben de resimlerine bakardım. Sonraları yatağının baş ucunda Orhan Kemaller, Fakir Baykurtlar bulduk ve bizler de okuduk. Babam komünizm propagandasından tutuklanıncaya kadar nafiada çalıştı.

Babaanneniz de Antepli sosyalistler açısından özel bir yere sahip. Bütün partililerin evi parti bürosu gibiydi o zamanlar. Gidilecek köyler konuşulur, kahvehane toplantıları organize edilir, işyerlerine ziyaretler planlanırdı. Haliyle bizim evde de aynı toplantılar olurdu. Her sohbet ortamı siyaset ve partiyle ilgiliydi. Eh tabii, tek odalı evlerdi. Konuşulanları herkes dinlerdi. Babaannem babamın bütün varlığını partiye verişini, bugünün deyişiyle evini ihmal etmesini bir gün bile dile getirmedi. Hep arkasında durdu. Evimize gelen herkes onun evladıydı, o da onların anasıydı.

Babanız, partisinin ısrarı üzerine 1968 yerel seçimlerinde belediye meclis üyeliğine aday olup kazanıyor. Onun meclis faaliyeti bugün için çok değerli anekdotlar içeriyor bana kalırsa. “Yoksulların avukatı” nasıl olunur, siyasal alanda “sizi bir kaşık suda boğmak isteyenler”in bile saygısı ve güveni nasıl kazanılır, ekonomik koşullarınız ne kadar zor olursa olsun ikram ve rüşvet tekliflerine nasıl cevap verilir… Evet, iki TİP’li; babam ile terzi Süleyman Ceydeliler belediye meclisine seçilmişlerdi. Bugün ülkemizde hâlâ olduğu gibi zengin mahalleler ve fakir mahalleler o dönem yan yana garip bir görüntü oluştururlardı. Bizim mahallemiz fakirdi. Aramızdaki caddenin öbür tarafı ise bahçe içinde görkemli evleriyle zengin mahallesiydi. Mahallemizin çoğunluğu, kaçmak zorunda kalan Ermenilerden kalma evlerden oluşurdu. Kiracıydık, evimiz en kötülerden biriydi. Kapımız kırıktı. Geceleri kırık kapı kanadını kaldırıp kapı boşluğuna koyardık. Belediye başkanı bahçeli evlerde otururdu. Meclis toplanacağı gün başkan makam aracıyla kapımıza gelir beklerdi. Babam kapı kanadını kaldırıp kenara koyar, arabaya binip toplantıya giderdi. Siyaseten zıt kutuplarda olasın ve böyle bir saygı göresin! İlginçti. İki TİP’linin varlığı meclisi hizaya getirmeye yetmişti. Dürüstlükleri, fakir fukaranın, haklının yanında durmaları, ihalelerin dürüstçe yapılmasını sağlamaları tez zamanda saygınlıklarını daha da arttırmıştı. Evimiz belediyeyle işi olanların uğrak yeri olmuştu. Halkın iki vekili bir otobüs alım ihalesinde mecliste rüşvet alındığına dair söylentileri duyunca ihaleyi iptal ettirmişlerdi. Son olarak birkaç olayı anlatıp noktalayalım: Çıksorut bölgesi imara açılacaktır mecliste. Fakir fukara ev sahibi olsun diye metrekaresi 2,5 lira olacak şekilde meclisten yasa geçirirler. Babamın amcasının oğlu gelir, “Abi yardımcı ol, bir iki arsa da biz alalım” der. Babam ise “Git önce soyismini değiştir” deyip onu kovar. Belediyede işi olan bir köylü evimize iki sepet üzüm getirmişti. Bunu duyan babam sepetleri kapının önüne koydurdu. Hepsi orada küflendi, elimizi süremedik. Yine bir gün babamın halası ve onun bir tanıdığı belediyedeki işlerini hızlandırmak için evimize gelmişti. Çıkarken oturduğu minderin altına para koyunca, halasıyla adamı yaka paça evden atmıştı babam. TİP’li vekillerin yoksulların hayatına nasıl dokunduklarını gösteren en iyi örneklerden biri de şuydu. Babamın haklarını savunduğu bir adam, oğluna vasiyetinde, “Kürt Reşit hangi partideyse ona oy vereceksin!” demişti. Bütün bu vekillik dönemi yoksulluk içinde geçer. Babam bir gün İbrahim Poyraz Amcanın terzi dükkanına uğrar. Sohbet bittiğinde çıkarken “İbrahim bir sigara ver” der, bir dal sigarayı alır ve gider. İbrahim Amca durumu anlar. Hemen oğlu Barış’a para verir ve “Reşit Amcana ulaştır” der. Parasızdırlar. Paraya çevrilebilecek onca işin olduğu mecliste dimdik, tertemiz durmuşlardır. Babam vurulduğunda cebinden 2,5 lira çıkmıştı ve tek bir dikili ağacı yoktu ama dostları vardı. Bana ilginç gelen şey o dönemin dostlukları. Nasıl bu kadar sağlam dostluklar kurmuşlardı? Kendimizden örneklemek gerekirse babamın arkadaşları; abilerim, amcalarım bizi hiçbir zaman unutmadılar. Hep yanımızda oldular. Zor günlerimizde elimizden tuttular. Babamın sahip olamadığı evi onlar bize yaptı. Biri arsa verdi, biri briket verdi, biri ustalığını yaptı. Birçoğu bizimle karşılaştıklarında gözyaşlarını tutamadılar. Şimdilerde o dönemden neredeyse kimse kalmadı, hepsini özlüyorum.

Ferhat Sarı

Yeni e dergisi

Koca reşit

elinden içtiğim

bir yudum tuzlu ayran

yüreğimi yaktı

bilmedik nasıl işte bu

seni koyup bulamamaktı

vay gülleri takardınbaşına

hele canım ne güller

her yaprağı sanki kan

kan-sa yaşamaktı

bu gelen

insan seli önünde

eller üstünde ulu

bir vurgun götürürler

Kürt reşit bu

eğilip baktım

alnı ap aktı

vay iki Reşom vay

yüreklerimiz acılı

yüreklerimiz hınçlı

nasıl kayar gözlerin içime nasıl

son gördüğümde

gözlerin yaşamaktı

Ömer Bilge

DEVRİMCİNİN TÜRKÜSÜ

Kürt Reşit’in anısına...

Ölüme karşı

yaşamadır devrim

Devrim bir sabah

Devrim bir sürgün

Devrimci kan kırmızı

bir güldür

Devrimcide bir

kavgadır ölüm

Neye yarar

bıçağa değmeyen bilek

Sevgiye ve kurşuna

açılmayan yürek

Devrim bir türkü

Devrim bir evren

İster kederli ister şen

Bir özsudur yürür geçer

yaşamın içinden

Ben ki bir kurşun gibi sevmişim

Potinimi sakalımı

Benki dağlara

şiir vermişim

Potinim ve sakalım

sevmiş kavgayı

Durma, durduğun yerde ölüm

Yürü çiçeklere, sürgünlere

Git savaşa gider gibi

düğünlere

Neye yarar bıçağa

değmeyen bilek

Sevgiye ve kurşuna

açılmayan yürek

Devrim bir türkü

Devrim bir evren

İster kederli ister şen

Bir özsudur yürür geçer

yaşamın içinden...

Kemal Burkay

https://www.youtube.com/watch?v=BPhbUURyFVI&t=5s&ab_channel=Ozan%C3%96zg%C3%BCr%C3%87A%C4%9EDA%C5%9E

1. Kongre, İzmir, 9-10 Şubat 1964

Genel Yönetim Kurulu (aldıkları oy sırasına göre)

Mehmet Ali Aybar; Ahmet Top; Rıza Kuas; Cemal Hakkı Selek; Kemal Nebioğlu; İbrahim Çetkin; Tarık Ziya Ekinci; Sadun Aren; Behice Boran; Yahya Kanbolat; İsmet Sungurbey; Şevki Erencan; Rahmi Eşsizhan; Salih Özkarabay; Sait Bürçün; Şaban Erik; Reşit Güçkıran; Niyazi Ağırnaslı; Esat Çağa; Şinasi Yeldan; Ali Karcı; Mecit Çakır; Abdülgafur Demir; Doğan Özgüden; Canip Yıldırım; Minnetullah Haydaroğlu; Cenani Güngördü; Yunus Koçak; Moris Gabbay; Nihat Sargın; Kemal Bilbaşar; Yılmaz Halkacı; Adnan Cemgil; Osman Sercan; A. Hikmet Karakaya; Şaban Yıldız; Sakıp Bulutlu; Kemal Türkler; Sina Pamukçu; Yücel Kıvılcım; Kemal Sülker

MYK'nin 9‐10 Şubat 1964'te yapılacak 1. Büyük Kongre'ye sunduğu GYK Aday Listesi

Aslan Başer, Akgün Ersoy, Ali Yaşar, Ali Karcı, Avni Jaji, Avni Memetoğlu, Ayata Beğensel, Ayten Okan, Adnan Arkın, Ahmet Aktı, Ahmet Turaneri, Ahmet Korkmaz, Abdurrahman Koçman, Arif Hikmet Karakaya, Behice Boran, Bahattin Akça, Canip Yıldırım, Cenap Karakaya, CavitŞarman, Canan (Cenan) Bıçakçı, Demir Özlü, Doğan Akman, Doğan Özgüden, Esat Çağa, Emin Canpolat, Erdem Buri, Edip Cansever, Emine Kartal, Emel Ülgen, Fethi Naci, Gülçin Hasa, Güney Dinç, Galip Arda, Halit Çelenk, Hüseyin Korkmazgil, Hüseyin Hacıbaşoğlu, Hüseyin Uslubaş, Hamdi Duranaslan, Hasan Tufan, Hakkı Kezer, Hasan Tanyeli, İsmet Surgurbey, İrfan Gelen İsmail Hakkı Balamir İlhami Biner ,İbrahim Çetkin, İsmet Demiruluç, İlyas Kuas, İlyas Başyılmaz, Kemal bilbaşar, Kenan Somer, Kemal Nebioğlu, Muvaffak Şeref, Müşfik Eren [Erem], M. Hayrettin Abacı, Müzehher Vâ‐Nû, Moris Gabbay, Müşerref Hekimoğlu, Mustafa Aksungur, Muzaffer Buyrukçu, Mecit Çakır, Niyazi Ağırnaslı, Nihat Sargın, Naci Talay, Nurettin Sanı, Nurullah Tuksavul, Nurettin Atasayar, Nebil Varuy, Niyazi Okaygün, Nevzat Hatko, Namık Edinsel, Nüzhet İdemen, Necati (Diyarbakır), Orhan Yazıcı, Orhan Kartal, Osman Yücel, Ömer Kalşen, Osman Sercan, Rasih İleri, Rauf Çapan, Reşit Güçkıran, Sadun Aren, Selahattin Hilav, Samim Kocagöz, Süha Çilingiroğlu, Çekibe [Şekibe] Çelenk, Şükrü Akmansoy, Sıtkı Eser, Sinan Erçin, Sahip Atay, Sadık Göksu, Şaban Yıldız, Şaban Erik, Sait Burçin, Şevki Özbek, Türkkaya Ataöv, Tarık Ekinci, Tahsin Ekinci, Talat Kılıç, Turan Tükel, Uğur Cankoçak, Üzeyir Kuran, Vefik Okan, Yaşar Kemal, Yahya Kanbolat, Yılmaz Halkacı, Yusuf Ziya Bahadınlı, Yücel Kıvılcım, Yılmaz Yazoğlu, Zeki Akhuy, Zühtü Tetey, Naci Kutlay

tüstav

http://tustav.org/yayinlar/sureli_yayinlar/emek_1969/Emek_dergisi_c_1_sayi_20.pdf

7.sayfa

TAŞRALI TİP SEVDALILARI VE KÜRT REŞİT

Taşrada kent merkezlerinden kırsal bölgelere doğru gidildikçe, propaganda dili de dönüşüp sa- deleşir. Miting ve toplantıların yerini köy kahvehanelerindeki konuşmalar alır. Köylüleri cezbe- den, TİP’lilerin söyledikleri kadar onlarla birlikte oturup kalkmaları, köylülere karşı içten yakla- şımlarıdır. Sosyalist bir ağanın köyünde yaşarken,ağa Hasan Beyaz’ın misafirleri Kürt Reşit ve Alevi dedesi İbrahim aracılığıyla TİP’le tanışan Gaziantep’in Çapalı köyünden Hamdi Doğan (Hamdoş) bu ilk ziyaretin yarattığı etkiyi, ilerleyen dönemde ustam diye anacağı Kürt Reşit ile tahsilli ağa Hasan Beyaz arasındaki farkı şöyle anlatır: Köydekilerle ayaküstü Reşit’ten söz ettik. Herkes kendine göre bir şey söylüyordu. Kimi: “adamda hiç kibir yok, görmediniz mi! Çoban Halil’in eli- ni öptü”. Kimi: “Adamı gördünüz mü! Kendi el- leri ile kebap yapıp ikram etti, rakı ikram etti.” Bir başkası; “Siz adamın konuşmasını dinlemedi- niz mi! Zenginlerin sırtımızda direğe binip hön- gülüm höç oynadıklarını, birinin inip diğerinin çıktığını anlattı”. Kimi de İbrahim Dede’yi öve öve bitiremediler. Kafamın içinde bir şeyler durmadan dönüp dolaşıyordu. Reşit’in konuşmala- rı ve Hasan Beyaz’ın konuşmaları birbirine benziyordu. Reşit ise ondan daha insancıl, halkla kay- naşmasını bilen birisine benziyordu. Ondan farklı şeyler görmüştüm. Reşit köye gelir gelmez ba- şına toplanan kişileri birkaç saat içinde etkileyip kendine bağlamıştı. Hasan Bey ise halkın içinde oturduğu, köy düğünlerinde halay sektiği, zurnaya türkü söylediği, köylülerle şakalaştığı köyünde kaldı, darı kaynatması yedi. Başka bir yere gidemedi. Gidememe nedeni belli, bu halkın hakları- nı savunmuş, komünist diye yargılanmış, iki buçuk sene Sivas’ta hapis yatmış. Böyle bir adamın dinsiz, komünist diye peşinden kimse gitmiyordu. Reşit’i ilk gördüklerinde söylediklerini dinle- diler. Ona sıkı sıkı bağlandılar. Kürt Reşit’ten etkilenerek TİP’e katılan ve anılarında köylere ziyaretlerine, seçim dönemi ön- cesinde köylerde nasıl çalışma yürüttüklerine geniş yer ayıran Hamdi Doğan’ın köylünün diliyle konuşuyor oluşu, TAŞRALI TİP SEVDALILARI VE KÜRT REŞİT Türkiye İşçi Partisi’nin kalıcı bir etki yarattığı neredeyse her taşra kentinde, partinin olmazsa ol- mazı haline gelmiş ve partiye adanmışlık hissiyatıyla bağlı birkaç isim telaffuz edilir. TİP için kendinden ve ailesinden ödün vermekten çekinmeyen, Hamdi Doğan gibi açık açık “Türkiye İşçi Partisi’ne aşık oldum” dememiş olsalar da TİP’e, sosyalist düşünceye sevdalanan taşralıların her biri apayrı hikayelere sahip. Çocuklarına “partili büyüklerin” adını verme, eşrafın kendilerine ko- münist sıfatı yakıştırması, yoksulluğa karşı mücadele ederken kendi yoksulluklarını unutma, “kendini bu işlere fazla kaptırmak” suçlamalara maruz kalma gibi aralarında ortak noktalara rast-lamak mümkünse de her biri nevi şahsına münhasır insanlar. Aralarında Ekmekçi Halil gibi Un- lu Mamüller Sendikası’nın grev kararı almasının ardından işçilerini greve zorlayan, ekmeksiz kalan mahalleli fırına saldırdıktan sonra dahi kendi başlattığı grevi bitirmek için işçilerin kazanca ortak olmasını şart koşanlar da var, parti kirasını ödemek için maaşının beşte ikisini teşkilata yol- lama hedefiyle Almanya’ya işçi olarak giden de. Şahısların sıklıkla fikirlerin önüne geçtiği taşrada TİP’i temsil eden, ismi partiyle özdeşleşen bu kişilerin hayat hikayeleri ilgi çekici olduğu kadar, solun bir dönem hangi koşullarda var olduğunu özetlemektedir. Son olarak, sosyalist fikirlerin za- manla dönüştürdüğü ve TİP’in isimsiz kahramanlarından birinin portresine, TİP’in taşra teşkilat- lanmasının en önemli isimlerinden Kürt Reşit’in hayat hikayesine değinelim. Ölümünün ardından TİP Yozgat milletvekili Yusuf Ziya Bahadınlı’nın Gemileri Yakmak isim- li romanına da konu olan Reşit Güçkıran’ın adı, Güneydoğu bölgesini ziyaret eden birçok TİP’li- nin anılarında geçer. 1922 yılında, Gaziantepli fakir bir Kürt-Alevi ailesinin çocuğu olarak doğar, orta ikiye kadar okuduktan sonra okulu bırakır.Kaba kuvvetin geçerli olduğu koşullarda kaba- dayı ve külhanbeylerine özenir, okulu terk ettikten sonra da Antepli kabadayılar arasındaki yeri- ni alır. Gaziantepli tanınmış ailelerin birinin oğlunu kaçıran bir oğlancıyı öldürür ve çocuğu kur- tarır, 40’lı yılların başında gerçekleşen bu olaydan sonra cezaevine girer. Bu olaydan sonra Kürt Reşit Gaziantep’in ünlü ve saygın kabadayılarından biri, Ekinci’nin deyimiyle “Gaziantep’te mo-dern bir Robin Hood” olmuştur. Cezaevinden çıktık- tan sonra Antep’te işlek bir kahvehane açar. Karıştığı bir kavgada aldığı darbeyse bir böbreğini kaybetmesine neden olur. Kabadayı Reşit Güçkıran’ın sol düşünceyle tanışmasıysa sonrasında olur. Sosyal Demokrat Par- ti Gaziantep il başkanı olan bir doktoru öldürmesi için Kürt Reşit’in kahvehanesine yüklü bir mik- tarda para bırakılır. Doktorun adını daha önceden duyan Reşit, alınan böbreğinin olduğu yer- de bir ağrı olduğu bahanesiyle doktorun muayenehanesini ziyaret eder. Doktor, kontrol için Re- şit’ten tekrar gelmesini ister ve bu ziyaretler sırasında doktorun anlatıldığı gibi bir devlet düşma- nı olmadığın kanaat getirir, doktorun yoksullar ve işçilerden yana olan tavrından etkilenir. Ken- disine verilen parayı iade eder, yeterli parası ol- madığı için nişanlısını bir köye kaçırır. 3 ay kal- dıkları Kürt köyünde, Kürtçe bilmeyen öğretmene yardımcı olur, köy enstitüsü çıkışlı öğretme- nin doktora benzeyen fikirlerinden etkilenir. Kabadayılıktan uzaklaşmaya, kitap okuma alışkanlı- ğı kazanmaya başlar; kente döndüğünde TSEKP kurucusu terzi Galip Ataç’la olan dostluğu onu sosyalizme iyiden iyiye yakınlaştırır. Gaziantepli sosyalistlerden aldığı kitapları okur, kabadayı-lıktan uzaklaşır ve kahvehaneyi kapatır. Bayındırlık Müdürlüğüne gidip işçi olarak çalışmak istediği-ni söyler, kendisini büyük bir saygıyla karşılayan müdür şaşkınlığa uğrasa da kısa bir süre sonra işe alınır. Atölyede işçilerle, yol yapmak için gittiği yerlerde köylülerle vakit geçirir. Kabadayılık yıllarında Kürt Reşit’e polis çok karışmaz ancak 1960 darbesi öncesinde isimsiz bir bildiri dağıtılırken, bildiri dağıtanlara korumalık yapan Kürt Reşit, polis tarafından siyasi konula- ra bulaşmaması konusunda uyarılır. Gaziantep’te TİP’in kurulmasının ardından siyasal faaliyetlere ağırlık verir, yol yapımı için gittiği köylerde propaganda yapmayı amaçlar. 1962 yılı 1 Mayıs’ında bir işçi pikniği örgütlemeye çalışır, hakkında soruşturma açılır. 1963 yılında olaylı geçen bir parti toplantısının ertesinde tutuklanır, 8 ay tutuklu kaldıktan sonra beraat eder. Sosyalist Kürt Reşit, kabadayılığın sağladığı bütün avantajlara sırtını döndükten sonra yoksulluk içerisinde hayatını sürdürür. Babadan kalma evini satar, kiraya çıkar. Gaziantepli sosyalistlerin sitayişle andığı annesi Selver Ana ve ailesiyle birlikte yaşadığı evde Hamdi Doğan’dan Tarık Ziya Ekinci’ye birçok TİP’liyi misafir ederler. Paylaşımcılığı ve dostluğuyla herkesin gönlünü kazanır, TİP için yoğun mesai sarf eder, çalışma yürütür. Arkadaşı Kemal Duykan, o dönemki Kürt Reşit’i şöyle tasvir eder: Eylem dışında düşünelemez Reşit Güçkıran. Onun kişiliği, varlığı eylemleriyle kanıtlanır. Onu, dostlarından değil, düşmanlarından da dinlemeli. Reşit’e bakınca, düşman olarak arkanı dö- nebilirdin. O saygı duymadığı kimseyi düşman da saymazdı. Yaşamı süresince kendi çıkarları için bir şey istemedi. Kürt Reşit, yaşamış ve efsane ol- mayan bir Meçhul askerdi. Antep savunmasında Şahin Bey’in, Karayılan’ın yeri neyse, Gaziantep’in sosyal savaşımında Reşit’in yeri odur. Reşit Güçkıran, aktif siyasi yaşantısına rağmen partide ön plana çıkmaya ve seçimlerde aday ol-maya mesafelidir. Koyu bir Aybarcı olan Güçkıran’a 1969 yılında Malatya’dan milletvekili adayı olmasını bizzat Mehmet Ali Aybar teklif eder ancak kabul etmez. 1968 yerel seçimlerindeyse partililerin ısrarlarını geri çeviremeyip belediye mec- lisi üyeliğine aday olur, terzi Süleyman Ceydeli ile birlikte Gaziantep belediye meclisindeki 2 TİP’liden biri olur. AP’li ve CHP’li belediye meclisi üyeleri, Kürt Reşit’in mecliste her gün kavga çıkaracağını iddia ederler ancak Reşit Güçkıran konuşmaları ve önerileriyle meclisin en saygın isimlerinden biri olur. CHP’lilerin arkasında oturmayı kabullenmez, meclisin solunda bir yer ister. AP’li belediye başkanı kendisi olmadığında vekalet etmesi için Kürt Reşit’e teklif götürür ancak Reşit Güçkıran kabul etmez. Yine de mecliste en çok sözü geçenler TİP’liler olur, Gaziantep’te herkes ondan “helal olsun Kürt Reşit’e iki kişiyle belediyeyi ele geçirdi” diye söz etmeye başlar. Kürt Reşit elde ettiği makamı ve çevresindeki saygınlığını çıkarı için kullanmaktan da imtina eder. Gittikleri bir lokantada ağa kökenli bir milletvekilinin ikramını kibarca reddeder, belediyeye gitmek için arkadaşından borç para aldığı günlerde belediyenin otobüs ihalesi için kendisine teklif edilen iki yüz bin lira rüşveti reddeder. Yoksulların yaşadığı mağara evlerin yıkılması mecliste önerildiğinde, öncelikle evsizler için belediyeye ait arsaların parsellenip evlerin yapılmasını teklif eder. Önerisi mecliste kabul görür fakat ne kendisinin ne de arkadaşlarının bu fırsattan yararlan- masının doğru olmayacağını savunur ve kirada yaşamaya devam eder. Kürt Reşit Kasım 1969’da, akli dengesini yitiren ve Reşit’in onu vuracağını düşünen eski bir TİP’li tarafından vurulur, tek böbreği de zarar görür. Kürt Reşit’in vurulduğu haberini alınca Ga-ziantep’e doğru yola çıkan Mehmet Ali Aybar hastaneye gelmeden kısa bir süre önce hayatını kaybeder. Reşit’in ölümü bütün kent ve TİP’lilerce üzüntüyle karşılanır. Partili arkadaşlarıysa ailesine uzun yıllar destek olur. Hasan Hüseyin Korkmazgil, Brecht’in Devrimciye Övgü şiirinin Reşit’i tasvir ettiğini yazar; Yaşar Kemal, onun ardından “Reşit halk lideri idi. Onun ölümüyle, Aybar’la halkın bağlantısı olan şahdamarını kestiler” der. Çetin Altan içinse Kürt Reşit, “yumuşak bir halının üzerinde duran yalın bir kılıç”tır. Dönemin TİP Dersim il başkanı Kemal Burkay, Devrimcinin Türküsü adlı şiirini Kürt Reşit’e atfeder. Kürt Reşit’in, Reşit gibi taşralı TİP sevdalılarının kıymetiyse, Aybar’ın ölümünün ardından Fo-rum dergisine yazdığı anma yazısında onun için söylediklerinde gizlidir: Reşit’in hayat macerası, sosyalizmin ahlaki gücünü, eğitici vasfını pek açık şekilde ortaya koymaktadır. Sosyalizmi ekonomik bir şemadan ibaret sayanlar, fukara Reşit’in fedakarlıkla dolu hayat hi- kayesi üzerine ibretle eğilmelidirler. Reşit’in hayat hikayesi, genç kuşaklar için örnek alınacak, tükenmez bir fazilet ve feragat kaynağıdır

academia- Cem Mert Dallı

Birikim316/317

17Doğan, s. 40618Doğan, s. 228

16 Reşit Güçkıran’ın oğlu Özgür Güçkıran, Kırklı ve Altmışlı Yıl- larda Antepli Sosyalistler adlı kitapta yer alan yazısında hi- kayeyi bu şekilde anlatılsa da farklı hikayeler de anlatılmak- tadır. Dr. Saip Atay ve Canip Yıldırım’a göre ise doktor Sıt- kı Dokuztuğ ve eşi, ölüm tehditleri aldıktan sonra Kürt Re- şit’ten yardımcı olmasını istemek için kahvehaneyi ziyaret ederler. Tarık Ziya Ekinci’ye göre ise yaralanan böbreğini alan ve iç kanamayı durduran, daha önce oğlancılardan ço- cuğunu kurtardığı bir doktor Kürt Reşit’e sosyalist fikirleri aktarır.

resit guckiranresit guckiranresit guckiranresit guckiranresit guckiranresit guckiranresit guckiranresit guckiranresit guckiranresit guckiranresit guckiranresit guckiranresit guckiranresit guckiranresit guckiranresit guckiranresit guckiranresit guckiranresit guckiranresit guckiran

Aydın Güçkıran